İyi olalım istiyorlar. Ama hep biz iyi olalım…
İyi bir memur.
İyi bir işçi.
İyi bir anne, iyi bir baba.
İyi vatandaş olalım.
Ama bizim iyiliğimizi ranta çevirip semirenlere, sömürenlere tek bir kelam dahi etmeyelim istiyorlar.
Çünkü bizim iyiliğimiz onların düzeninin bozulmaması için tek şart. Biz iyi olalım, uslu olalım ki onlar dertsiz-tasasız yaşayıp gitsinler.
Biz uysal olalım ki onların havası bozulmasın…
İtaat edelim.
Köylü milletin efendisidir diyerek itip taşrada bir başına bıraktıkları insana ‘köylü’ diyorlar. Köylülüğü coğrafi ve fiziki bir kader olmaktan çok bir veba gibi görüyorlar.
Köylü dedikleri ümminin hikmet ve irfanıyla alay ediyorlar.
Fıkrayı hatırlayalım:
Bir gün bir antropolog, bir fizikçi, bir matematikçi, bir kimyacı bir de jeologdan oluşan grup bir bölgede araştırma yapmak için açık araziye çıkarlar.
Bir anda yağmur başlar. Islanıp hasta olmamak için yakınlarda bulunan bir dağ evine sığınırlar. Evin sahibi köylü onları çok iyi şekilde ağırlar. Yedirir, içirir…
Odada oturan grubun ilgisi bir anda sobaya çevrilir. Çünkü odanın ortasına kurulan soba yerden yarım metre yüksektedir. Üstelik taşların üzerine oturtulmuştur.
Durumu anlamak için tartışmaya başlarlar:
Fizikçi: Köylünün sobayı yarım metre yükseğe kurmasının nedeni konveksiyon sayesinde odanın daha çabuk ısınmasını sağlamaktır.
Kimyacı: Köylü, aktivasyon enerjisini varsayarak sobayı daha çabuk yakmak için yarım metre yükseğe kurmuş.
Jeolog: Köylü, bu bölgenin fay hattına yakınlığını bildiğinden bir deprem esnasında sobanın yere değil de taşların üzerine devrilmesini ve dolayısıyla yangını önlemeyi amaçladığını söyler…
Matematikçi: Köylü odayı daha verimli ısıtmak için sobayı geometrik açıdan odanın tam ortasına kurmayı amaçlamış.
Antropolog: Eskiden ateşe tapılırdı. Bu köylü ateşe saygı mahiyetinde bu sobayı yarım metre yukarda tutmuş.
Onlar tartışırken köylü içeri girer ve hep birden ona yönelip bu işin sırrını sorar. Köylü gayet saf ve temiz bir yüz ifadesiyle cevap verir:
– Boru yetmedi!
Neyse…
Biz iyi olmaya devam edelim.
Cennete uçuran seccadeye, yakmayan kefene inanmaya devam edelim.
Peçeteye yazdıkları kitaplara 1881, 1071, 10254 rakamına mütenasip fiyatlar koyup insanların vicdanlarını sömürenleri görmeyelim.
Bu ne kepazeliktir deyip isyan etmeyelim.
İtiraz etmeyelim.
Yazarın, yayıncının, dağıtımcının semirmesine, sömürmesine tek laf etmeyelim.
İyi olalım.
İyi ölelim…