İran’ın Meşhed kentinde 28 Aralık 2017’de baş gösteren toplumsal olayların merkezinde ekonomik sıkıntıların olduğu söylenmektedir. Protestocular, kamu bütçesinin, Suriye, Yemen ve Irak’taki çatışmalara gitmesi nedeniyle halkın giderek fakirleştiği yönünde bir görüş ileri sürmüşlerdir. Bu doğrultuda açtıkları isyan bayrağında, “hayatım Gazze için değil, Lübnan için değil, İran içindir” cümlelerine yer vermişlerdir. O halde göstericiler, hükümetten dış politika sorunları yerine iç politika meselelerine yoğunlaşmasını ve kendi refah seviyelerini yükseltmesini talep etmektedirler. İran hükümetlerinin hazinenin büyük kısmını, Şiiliğin bölgesel düzeyde yayılması için harcadığı bilinmektedir. Dolayısıyla bu durum, ülke genelinde özellikle alt gelir gruplarında birçok sosyo-ekonomik memnuniyetsizliği de beraberinde getirmiştir. Yükselen enflasyon, işsizlik ve yolsuzluk gibi yansımaları olan bu gelişmeler hükümet politikalarına yönelik öfkeye dönüşmüştür. En azından, gösterilerde Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve hükümet aleyhine atılan sloganlardan derlenen bilgilerden bu sonuç çıkmaktadır.
Diğer taraftan ise İran’ın en büyük dini önderi Ayetullah Ali Hamaney yaptığı açıklamada, hükümet karşıtı gösterilerin İran düşmanları tarafından yaptırıldığını ve olan bitenlerin yabancı istihbarat organlarının bir tezgâhı olduğunu kamuoyuna duyurdu. Bu açıklama alışıldık ve geçmişten bugüne sık kullanılan klişe bir ifade şeklinde yorumlanabilir. Ancak, ABD Başkanı Trump ve İsrail Başbakanı Netanyahu başta olmak üzere birçok ABD’li ve İsrailli yetkilinin İran’daki gösterilere açık desteklerini ifade etmesi, İranlı yetkililerin açıklamalarını güçlendirmiştir. İsrail ve ABD’nin Ortadoğu’da güven kaybettiği bir ortamda, resmi yetkililer tarafından alenen yapılan bu açıklamaların hangi tarafa destek sağladığı konusu şüpheli bir hale gelmiştir. Daha açık bir ifadeyle, uzun süreden beri açık bir şekilde İran karşıtlığı üzerinden dış politika yürüten İsrail ve ABD, acaba yaptıkları açıklamalarla İran’daki protestoculara mı yoksa hükümete mi destek sağlamışlardır? Zira ters açıdan bakıldığında İran’daki resmi yetkililerin yargılarını kuvvetlendiren ifadeler söz konusudur.
Başka bir bakış açısı ise, ABD ve İsrail’den gelen desteğin İran’ı bir iç savaşa götürmek üzere tasarlanmış olabileceğini ortaya koyabilir. Şöyle ki İsrail ve ABD, uluslararası politikada bir araç haline getirmiş oldukları İran’dan zarardan ziyade fayda sağlamaktadırlar. Bu çerçevede ABD ve İsrail açısından, İran iyi bir “bahane” ve iyi bir “rant” kapısıdır. Dolayısıyla, Ortadoğu’da yeni bir “İran” oluşturulmadıkça bu kapıyı kapatmak rasyonel olmayacaktır. Bu bakış açısına göre, İsrail ve ABD’nin asıl maksadı; İran’da bir rejim değişikliğinden ziyade İran’ı karıştırarak İsrail ve ABD’nin bölgedeki etkinliğini yeniden artırmaktır. Çünkü “yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlik” gibi toplumsal duyarlılığı yüksek olan sorunlar bölge ülkelerinin ortak paydalarıdır. Ayrıca, “Hayatım Gazze için değil, Lübnan için değil, İran içindir” şeklindeki sloganlar da yine tüm bölge ülkelerine kolaylıkla uyarlanabilir. Bir bakıma bu sloganlar üzerinden ABD ve İsrail bölge ülkelerine açık bir uyarıda bulunmakta olup, yakın gelecekteki çatışmanın çehresi hakkında bilgi vermektedir.
Böyle bir vaziyet karşısında, bölge devletleri sadece “ajanlar ve dış mihraklar” sözüyle bölge üzerinde dolaşan kara bulutları bertaraf edemezler. Dış ve iç politikalarını refah toplumunun rasyonel beklentilerini dikkate alacak bir şekilde yeniden tanzim etmeleri koşuluyla ancak dış mihraklara karşı koyabilirler. Bunun haricinde “ötekine dayalı hamasette” ısrarcı olunursa, uzun soluklu bir sükûneti yakalama şansı mümkün gözükmemektedir.