Bu yazı inşallah İslamcılık dörtlemesinin son halkası olacak. Bu yazıyla birlikte İslamcılık üzerine yazılması elzem dört yazıyı yazmış olacağım.

İslamcılık nerede doğmuş olursa olsun, ilk kez kim ya da kimler tarafından dillendirilmiş olursa olsun, geldiğimiz noktada İslamcılık kendini yenileyerek, geliştirerek ve dönüştürerek hayatta kalmasını bilmiş ve Müslümanların da siyasi anlamda hayatta kalmasına olanak sağlamıştır.

Osmanlı’nın son döneminde tüm İslam dünyasını içine alan yakıcı krizlere bir cevap olarak doğan İslamcılık, aksi istikamette yapılan tüm propagandalara, yönlendirmelere, kıyasıya eleştirilere, tahammülsüzlüklere rağmen önü her daim kesilen; ama derinden derine akıp yolunu bulan bir nehir gibi günümüze kadar ulaşmıştır. Farklı coğrafyalarda, farklı ülkelerde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan İslamcılar, birbirlerinin tecrübesinden de faydalanarak halklarına çözüm yolu sunmuş, problemlerin içinden çıkış yolunu göstermiş, umutsuzluğa kapılmadan, birlik ve beraberlik içinde temsiliyetlerini sağlamıştır.

Türkiye’de Milli Görüş’ün/ AK Parti’nin, Bosna’da SDA’nın, Tunus’ta Nahda’nın, Mısır’da İhvan’ın, Filistin’de Hamas’ın temsil ettiği yeni nesil İslamcılar, küresel egemen güçlerin oluşturduğu sisteme alternatif bir söylem geliştirmek için kaç nesil mücadele ettiler. Solcuların; ABD destekli Yeşil Kuşak iftiralarına, radikallerin “siyasetle demokrasiyle olmaz” eleştirilerine karşın, sabitelerine sımsıkı sarılarak ortaya en esaslı projeleri koymaktan geri kalmadılar.

Birçoğu kendilerinin İslamcı olduklarını dahi kabule yanaşmayan bu yapılar, eninde sonunda bulundukları ülkelerde en muteber organizasyonlar olmaya devam edecekler. Şüphesiz ki Müslüman olmanın zor bir imtihan olduğu modern zamanlarda İslamcı olmak, iki kere daha zor bir imtihan olarak duruyor önümüzde. Ancak İslamcılık, ilk neş’et ettiği zamanlardan bugüne her zaman zoru başarmanın yolunu bulmuştur.

Her dönem farklı bir fitneyle boğulmak istenen İslamcılar, günümüzde de vahşeti yaşam tarzı haline getiren karanlık örgütler eliyle bastırılmaya, susturulmaya ve yok edilmeye çalışılıyor. Kime hizmet ettikleri belli olmayan bu örgütler, İslam dünyasındaki uyanışı, baharı, kıyamı boğuyor, öldürüyor. En son Tunus’ta yaşanan kanlı müze baskını da bu doğrultuda hayata geçirilmiş kirli bir oyun olarak önümüzde duruyor. Bizler biliyoruz ki, ümmetin El Kaide, IŞİD, Eş Şebab, Boko Haram gibi karanlık adamlara değil; Hasan El Benna, Alija İzzetbegoviç, Raşid El Gannuşi, Şeyh Ahmet Yasin ve Necmettin Erbakan gibi “adam gibi adamların” çizdiği yol haritasına ihtiyacı var.