IŞİD bölgeyi dizayn etme aracı olarak kendisine verilen görevi çok iyi yapıyor. Daha önce kendisine açılan koridor üzerinden bölgenin demografik yapısın değiştiren IŞİD, ilk başta PYD ile giriştiği mücadelede çözüm süreci üzerinden ciddi baskı oluşturmuştu. Erbil’den, Şengal’e ve Kobani’ye kadar geniş bir hatta çatışma unsuru olan IŞİD, aslında Irak Anayasası’na göre tartışmalı olan bölgelerde ciddi varlık göstermiş ve bu bölgelerdeki nüfusu ve yapıyı değiştirerek tartışmalı olan bölgelerde bu tartışmayı bitirtmişti…Musul, Kerkük, Şengal’i ve buralarda yaşananları buna örnek olarak verilebilir.

O dönemlerde Ezidilere yapılanlar üzerinden uluslararası dünya harekete geçirilmiş ve PKK’da Kandil’den Şengal’e gelmişti. Barzani’nin istemediği bu durum IŞİD’in yaptıkları üzerinden gerçekleşmiş ve batı da buna ses çıkarmamıştı. Oluşan “vahşet” tablosu içerisinde buna ses çıkarmak da oldukça zordu ve otobüslerle taşınan PKK’lılar, Ezidileri koruma görevi ile bölgeye yerleşmişti

IŞİD, Kobani’ye saldırdığında lojistik olarak Tel Abyat’ı kullanmıştı. Kobani üzerinden oluşturulan algı ve dezonformasyon üzerinden IŞİD’in gerçekten bölgede ne yapmak istediği duygusallıktan uzak bir şekilde değerlendirilememişti. O dönemler Barzani kuvvetleri de Türkiye üzerinden Kobani’ye hareket etti, koalisyon güçlerinin hava bombardımanı ile Kobani yerle bir edildi ve sonuçta YPG’nin uzun soluklu savaşı ile IŞİD, Kobani’den atıldı, Tel Abyat’a gitti.

Bu gelişmeler öncesinde ilan edilen üç kanton birbiriyle birleştirilemedi. Birleştirilemeyen bu kantonların uzun vadede sınır bütünlüğü sağlamadığı için kalıcı olması çok zordu. Aynı şekilde, IŞİD’in Rakka’dan başlayan ve Musul’a kadar devam eden yolunun da kesilmesi mümkün değildi ve Tel Abyat operasyonu ile daha önce kesilen yolun büyük bir kısmı kesilmeye başlandı. Bu anlamda PYD’nin Tel Abyat’ı kontrol etmesi sadece kantonları birleştirme meselesi değildi.

İran, bütün bunlar yaşanırken Rojova Yönetimi’ni tanıdığını ifade ediyordu.

Bu kantonlara eklenmesi düşünülen ve Kandil’den başlayacak olan dördüncü kantonla bu kantonların birleştirileceğini biliyoruz. Hatta böyle devam ederse Diyarbakır merkezli beşinci bir kantonun da uzun vadede ilan edilmesinin beklenmesi ve bununla sürecin tamamlanması gerektiği alttan alta dillendiriliyor. Bütün bunlar, İran Kürtleri ile birlikte olur mu bunu zamanla göreceğiz ama sürecin buraya doğru gittiğini de görmemiz gerekiyor.

Bütün bunlar yaşanırken bölgeyi tekrar dolaşmaya başladım ve aslında iki tehlikenin ciddi olarak aralandığını gördüm. Bu tehlikelerin başında, Suriye’de PYD’nin denetiminde bulunan bölgelerde Arap aşiretlerinin durumdan duydukları rahatsızlığı Şam yönetmine ifade etmeleri ve Şam yönetimini IŞİD ile tehdit etmeleri gerçeğidir. PYD’nin alan hakimiyetinde olan ve Suriye ordusu ile birlikte bulunduğu yerlerde geçen ay yapılan ve Esed’in üst düzey komutanlarının katıldığı toplantıda Arap aşiretler PYD’den duydkları rahatsızlığı dile getirdi. Ve önlem alınmazsa IŞİD’e biat edeceklerini ifade ettiler. Bu durum etnik anlamda Kürt-Arap çatışmasını başlatabilir ve bunun faturasının da çok ağır olacağını hepimizin, ama özellikle PYD’nin görmesi gerekiyor.Aynı çatışmanın Türkiye içerisindeki Araplarlarla Kürtler arasında bir çatışmaya dönderilme ihtimalini de gözden kaçırmamak gerekiyor. “Lübnanlaşma süreci” dediğimiz bu süreçten kimsenin kurtulma şansının olmadığını net olarak görmek gerekiyor

İkinci büyük tehlike de IŞİD’e katılan Kürtler’le alakalı bir durum ve bu da uzun vadede Kürt’lerde bir “din” savaşına yol açabilir. Gerek Halepçe’den gerekse Türkiye’den IŞİD’e katılan Kürtler üzerinden bir dizayn yapılmaya çalışıldığını en son Diyarbakır’da HDP mitinginin bombalanmasında, bombacı olduğu iddia edilen kişinin “Kürt ve IŞİD” mensubu olmasında gördük…

Bu bakımdan ortaya çıkan tabloya baktığımızda uzun vadede bir kanton birleşmesi için bir dizayn yapıldığını biliyoruz. Bunun Türkiye’ye yansıması, şu an için de gelecek açısından da, doğru politikalar geliştirilmediği sürece, çok sıkıntılı süreçler olarak karşımıza çıkacak. O nedenle hepimiz, geç kalınmış ulusçuluk sendorumu ile sınırlara hapseden politikalar yerine daha akılcı, çoğulcu, demokratik politikalar oluşturarak sınırlara hapsedilen değil, sınırları yıkan bir politika üretmeliyiz.