Sahi, biz geçtiğimiz cumartesi gecesi ne izledik?
Bu soruya hak ettiği cevabı verebilmek için İran, ABD ve İsrail ilişkilerinin yakın tarihine bakmak ve yaşananları o perspektife oturtarak değerlendirmek gerekir.
İşte o zaman bölgeyi sürekli gerilimde tutmanın kimlere, nasıl kazandırdığını ve danışıklı dövüşleri çok daha net görebiliriz.
İran’ı iyi tanıyanlar, onun asıl sorununun İsrail ya da ABD değil de Müslüman ülkeler olduğunu da çok açık görebilirler bu sayede.
İran’ın İsrail’i bilmem kaçıncı kez mahvettiği(!) bu “animasyon stratejisi”nin yeni bir versiyonunu da bu süreçte izlediğimizi daha iyi idrak edebilirler.
Eski ABD Başkanı Trump’ın, “İranlılar bizi aradılar ve 'Dinleyin, sizi vurmak zorundayız çünkü başka seçeneğimiz yok. Kendimize saygımız var.' dediler. Bize, 'Bir askerî üssünüze füze fırlatacağız ama merak etmeyin, hiçbiri üssü vuramayacak.” sözlerini tekrar ve iyi hatırlayanlar da yaşananların nasıl bir danışıklı şovun parçası olduğunun çok farkındalar.
Hem İran’ın hem de İsrail ve ABD tarafının kazandığı denklemde savaş olamaz.
Zira aralarında yaşanan “Soğuk Savaş” benzeri çekişmeler, tarafların tahakküm alanlarını belirliyor.
ABD, İran tehdidi bahanesiyle “İsrail’in güvenliği önceliğimiz” diyerek Orta Doğu’da yaptıklarını “meşruiyet” kılıfına sokarken İran da Şii Hilali projesinin hatlarını belirginleştirip mezhepdaşlarını yanında tutmayı başarabiliyor.
Sergilenen tiyatro sayesinde her taraf yelkenlerine ihtiyacı olan rüzgârı doldurmuş gibi görünüyor.
En kârlı olanın her zamanki gibi İsrail olduğu konusunda da bir şüphe yok.
Son dönemlerde artan tepkiler ve gevşeyen destekleri yeniden konsolide etmiş gibi görünüyor İsrail.
İran’ın “holografi çağı”na yakışır gösterisi artık hiç kimseyi ikna edemiyor zihinleri manipüle edilmiş bazı İranlılar dışında.
Hakikat krizi, daima bir toplum krizidir.
Hakikati elinden alınan bir toplum içsel olarak da çözülür.
Tiyatro ile uyutulan ve hakikati çalınan İran toplumunun bu duruma daha ne kadar direnebileceği ise gerçek bir muammadır.
Ve İran’ı yönetenleri bekleyen asıl tehlike de buradadır diye düşünüyorum.
Son kertede İran, oynadığı bu tiyatro ile İsrail’e aradığı kanı sağlamış ve Gazze’de yaşanan katliamın azalan yakıtını da takviye etmiştir.
Bu hakikati örtmek için de Kur’an ayetleriyle ve Gazzeli çocuk fotoğraflarıyla tahkim edilmiş paylaşımlara sarılıyorlar.
Oysa İran ve İsrail arasında yaşanan -ne son ne de önceki- hiçbir şey Filistin davasının bir parçası değildi, değildir, olmayacaktır.
Bu hakikatin temelleri sadece tarihsel köklere değil, aynı zamanda inanç ve akidelere dayanır.
Mesele benim için bu kadar nettir.
En açık hakikat: İran tiyatrosu sundu; bir sonraki perdede buluşmak üzere…