“İnançsız toplumların merhameti yoktur!..”
Bu böyledir!
Milletler güvenilir sivil toplum örgütleri ile özdeğerlerini korur. Ülkemizde bu anlamda ciddi bir eksiklik var. Bunun nedenlerini ve kökenlerini tartışmak zorundayız. 80 yıllık bir tarlayı sürme hadisesi…
Akademi, edebiyat ve düşünce iklimimizde gelişen basit söylemlerin peşine takılarak bugünlere geldik. Kimse meselenin künhüne vâkıf olma ‘ihtiyacı’ hissetmiyor. Dahası, meselelere ‘bizim’ gibi bakmıyor. Çünkü ‘bizim’ bir ‘ruh dünyamız’ vardı.
Gençler, bir zamanlar bizim baktığımız pencereden komünizme bakmıyor. Komünizmin tarih öncesi bir şey olduğunu bile düşünüyor. Bizde komünizm büyük bir bela idi. Rus demek, komünizm demekti. Komünizm; yani Allahsızlık!
Ruslar böyle olunca, toplumun yüzünü döndüğü Amerika ‘dindar’ görünmeye başlandı. Amerika ile ittifak yapmak dînen mübah bile görülebildi. Bu kurgu toplumu felç etti.
Ruslar Afganistan’a saldırdığında hazırlanmış bir tepki vardı. Dolayısıyla Amerika’nın müdahalesine ses çıkarılmadı. Afganistan’dan çekildikten sonra bu topraklarda bir daha Rus faaliyeti görmedik ama ABD ne yaptı! Taliban ve El Kaide gibi ajan-dinamikler üzerinden kabile savaşlarıyla Afganistan’ın canına okudu. Kardeşi kardeşe, kabileyi kabileye kırdırma alçaklığını gösterdi.
Yani iki şeytan arasında tercih yapmak zorunda bırakıldık!
‘Şeytan Amerika’, kabile siyasetini dini forma soktu. Afganistan’da bir tarafa Taliban, diğerine Peştun, berikine El Kaide adını verdi. Oysa kimse bu ayrımın farkında olmadan yaşayıp gidiyordu. Hatta hiç de önemli değildi.
Bizdeki Türk-Kürt meselesinde olduğu gibi… Azerilik, Çerkeslik, Gürcülük, Alevilik… Bunlar öne çıkmıyordu. ‘Büyük şeytan’ ve ‘ekürileri’ farklılıklardan vurma şehvetine kapıldıktan sonra “İslam dünyasında savaşı sürekli kılma” üzerine ‘iman’ ettiler. Coğrafyamızda bitmek tükenmek bilmeyen iç savaş kışkırtıcılığı bu yüzden…
Bir gerçeğin altını çizelim:
Eğer ‘büyük şeytan’ ordusuyla saldırabilme cesaretini gösterse üstesinden gelebilecek güçteyiz. Elhamdülillah! Çünkü tarihimiz böyle zaferlerle dolu. Ama öyle yapmıyor, içeriden kışkırtmalar ve ayrıştırmalarla Müslümanların birbirini kırıp küçük devletçiklere bölünmesi için çalışıyorlar.
Ruslar, Orta Asya’daki Türk topluluklarını esaret altına aldı ama bu milletlerin özüne dokunamadı. Buhara’da, Semerkant’ta, Taşkent’te kabile savaşı başlatsaydı ya da ajanlarla böyle bir savaşı öngörseydi…
Din namına girip, din namına çıkacak bir savaşı kurgulasaydı bugün bambaşka bir Orta Asya haritası ile karşı karşıya olurduk.
Ama ABD bunu Ortadoğu’da yapıyor. Hem de alçakça!..
Bunları hatırlatırken ‘şeytan Ruslar’ın Balkanlar’da ve Orta Asya’daki Türk topluluklarına uyguladığı soykırımı haklı göstermek gibi bir niyetimiz yok, asla olamaz da!
Amerika, parçalara ayırdığı bölgelerde bir Sovyet sistemi kurmak yerine sürekli bir iç düşman konseptiyle kışkırtıcılık yapıyor. Ülkemiz de bu kurguya dahil. Sanki hiç dış düşmanımız yokmuş gibi hep ‘iç düşman’larla savaş halindeyiz.
Bütün bu kötü mirasın ‘soğuk savaş’ döneminde formatlandığı belirtelim.
Mesele, Sezai Karakoç’un da söylediği gibi, “Aradaki sınırlar, bölünüşler politiktir. Merkezi, çekirdeği, Ortadoğu dedikleri bölge olmak üzere Tek Ülke ideali, diriliş erlerinin toprak, yurt ülkülerinin ifadesi olmaktadır”, olmalıdır.
Soğuk savaş politikalarının başımıza daha neler açtığını nasipse gelecek yazı(lar)da ele almaya çalışalım.