“Kara Cuma”
Söze nereden başlasam elimde kalacak ve tekrara düşmekten öteye varamayacakmışım gibi hissediyorum.
Zira temel prensiplerin ekarte edilip dogmatik yaklaşımlarla günü kurtaran, gel-geç çözümler üreten bir yaklaşım günbegün yaygınlaşıyor.
Günü birlik kederlere esefleniyoruz. Biraz Filistin, biraz Suriye, Biraz Arakan… Hani İngilizcesi “pirttime” olan…
Bir dönem kola içmekten vazgeçip marka pabuç giymeye devam eden, Avrupa arabaları çifter çifter kapımıza geçmek gibi bir garip handikap içinde yüzen…
Malum bu hafta çok sesli olmasa da ihlaslı ve duyarlı zihinlerce yazılan ve tepki paylaşımları yapılan “Black Friday” ile kutsalımıza bir kes daha kara çalınmasına şahit olduk.
Ben, bu satırları kaleme alıyorken, “Black Friday” kampanyalarının hala reklamları dönüyor alışveriş merkezlerinde afişler zihinleri yıkamaya devam ediyordu.
Bu mesele hakkında söylenmesi gerekenler gerek basılı gerekse ekran medyalarından ilgili zihinlerin söylendi ve dikkat çekti. Öyleyse ben tekrar eleştiriler sunmak yerine bu tür değişim ve dönüşüm çalışmalarının alt yapısına köşemin müsaade ettiği ölçüte temas etmeyi diliyorum.
Zira, doğru ve etkili tepkinin, doğru soruya, doğru cevaplar bulmaktan geçtiğine inanıyorum.
Bu tür, mukaddesatımızı dile ve ayağa düşürme çalışmalarına gayret kesilmeliyiz ancak, bu gayreti göstermek için önce neden ve nasıl sağırlaştırıldığımızı ve dilsizleştirildiğimizi esaslı biçimde sorgulamak gerekir. Âdemoğlunun ilk vücut bulduğu, en kadim medeniyetlerin (Çin ve Hindistan gibi) kurulduğu, peygamberlerin indirildiği, son din İslâm’ın soluk aldığı Doğu (oksident), doğuştan dillidir ve söyleyecek, eyleyecek çok şeye sahip olmasına rağmen kendi üzerinde yapılan hesaplara kulaklarını tıkayan ve akıbetini dizlerini döverek seyreden coğrafyalar hâline getirilmiştir.
***
Batı’nın ötekisi, zıddı, düşmanı, karşıtı, tezatı üzerinden var olma metodu, durdurulmaz bir iştiyakla devam etti, ediyor. Oryantalistler sinsi metotlarıyla istikrarlarını 2 asırdır korurken, biz 21. yüzyılın başında tarihî ve kültürel kodlarımızı çözememenin ve üzerimizde uygulanan geniş zamanlı plânların tesiri olan uygulamalara yeterli refleksi gösterememenin ceremesini çekiyoruz. Ülkemizden Oryantalizmin uygulamalarını seyrettiğimizde, görünen pek çok pratiği yok sayarak dilsizliğimiz ve sağırlığımız yetmiyormuş gibi bir de körleşiyoruz.
***
Batı masaya Doğu’yu yatırmışsa, tahsil edeceği değerler olduğunu idrak etmek gerek. Evet, Batı, Doğu’nun tüm zaaflarından, tüm kaynaklarından, tüm değerlerinden, tüm tarihinden haberdar! Etüt ediyor, araştırıyor, biliyor, öğreniyor, hâsılı tanışıyor elini uzattığı Doğu coğrafyalarıyla. Tanıştığı her Doğulu coğrafya ya kıymetli bir geleneksel dirayete sahip ya da kıymetli kaynakları barındırıyor ve hepsinden öte İslâm ile şereflenmiş oluyor. Evet, Hıristiyan dünya Müslümanları ve İslâm coğrafyalarının maddeye çevrilebilir kaynaklarını sömürmek için fırsat kolluyor! Çünkü “İslâm’ın en yüksek gür seda” olacağı müjdesinin farkında.
***
Oryantalizme/Şarkıyatçılığa karşı Oksidentizm/Garbiyatçılık teklifinde bulunuyor değilim. Zira “Doğu da Allah’ın, batı da Allah’ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah’a çıkar” (Bakara, 115) ayet-i kerîmesine muti olan Müslümanın, doğu-batı kaygısı olmaksızın ümmet bilinci ile tüm dünyayı kucaklayacak kocamanlıkta bir kalbi olmalıdır.
Ve o kalpler birleşip yekvücut, tek hakikat prensibi ile kutsalına dil uzatanlara sesini duyurmayı başarmalıdır.
Peki sesimiz neden bu kadar kısık?