Vakur bir duruş ile kibir belasında boğulmanın arasında kıldan ince, zayıf bir duvar olur çoğu zaman. Bize ihsan edilmiş onca nimet;içimizdeki tekebbür rüzgarını galeyana getiren sebepler oluverir…

Hâlbuki bir hırsızın el hareketine, bir sivilcenin muzipliğine, küçücük bir sineğin açlığına, bir vicdansızın iftirasına dahi tahammül edemeyenbeşerî vasıfları kendimizden bilmek ne kadar çirkin…Lütfedilmiş ile kibirlenmek ne büyük ahmaklık…

Vakar ve tekebbürü karıştırmak yeni değil.

Derlerki: Sana anlatılan İblis hikâyesini efsane sanma! Bunu sana anlatmalarının sebebi, kibrin zararının nereye varacağını göstermek içindir. Zira iblisin kibri o dereceye vardı ki Hak Teâlâ’ya baş kaldırdı, secde etmedi ve mel’un oldu.

Azamet ve kibriyada, hâlıkıyla kavgaya girişen mahlûkhelak olur. Büyükler, bunu padişahın tacını kafasına geçirip tahta oturanın durumuna benzetir. Böyle bir akılsızlığa cüret edenin sonu malumdur…

İmam-ı Gazâlî, kibrin ilaçlarını çok latif anlatmıştır. Kısa bir misâl:

İnsan ezelde yoklukla örtülü idi.  AllahüTeâlâ, insanın aslını sudan, alçak topraktan ve murdar kandan yarattı. Önce hareketsiz bir et parçasıydı. Sonra onunuzuvlarını yarattı. Ona kuvvet, kudret, hareket verdi. Hatta öyle yarattı ki, insan, kendinde olanlardan hiçbirini toprakta, menide ve kanda görebilecek durumda değildir.Bu, şaşılacak şeydir.Ve insan için bir gurur vesilesi değil, apaçık bir ibret alametidir.

Daha sonra insan dünyaya getirildi, ona duygu ve organlar bahşedildi. İhtiyaçsız yaratılsaydı yine hata eder ve böbürlenirdi. Cenâb-ı Hak, bilakis insanı her türlü illet, zillet ve kıllete mecbur etti. Faydayı acı ilaçlara koydu ki, zahmet çeksin. Zararı hoş şeylere koydu ki, lezzet alınca pişman olsun. İnsan öyledir ki; bilmek istediğini bilemez, unutmak istediğini unutamaz, düşünmek istemediğini kalbinden atamaz, düşünmek istediklerinden kalbi kaçar… Âlemlerin Rabbi, insanı güzel ve olgun yarattığı halde bu kadar aciz ve zavallı kılmıştır.

İnsanın son hali ise ölümdür. O vakit ne his ne güzellik kalır. Kötü kokulu bir leş olup, böceklerin karnında pislik olur. Ardındantoprak olur. Bu halde kalsa iyi; çünkü işe yarayıp, dört ayaklı hayvanlarla beraber olurdu. Ama bu saadete de kavuşamadı. Zira insan; kıyamet günü diriltilecek ve dehşete gark olacaktır.Belki bir kuş, toprak veya taş olup gelecek tehlikelerden korunmak isteyecektir…

İşte; insanın başlangıcı, ortası, sonu böyledir. Peki bu ahvale mecbur olmak, utanmayı mı yoksa kibirlenmeyi mi gerektirir? Hali aşikâr olan, sonunu bilmeyeninsan; nasıl tekebbüre bulaşabilir?Velhasıl kendini bilene, bu ilmi müshil olur. Kibir hastalığının kökünü kalbinden söküp atar.

Kemâle ermemiş kullar için, bu hastalığı teşhis de tedavi de zor gerçi. Vakar ve heybet sandığımız pek çok tavır, kibrin bin bir makyajından parlak ve cazibeli bir numune aslında…

O ince duvarı aşmamak, kendimizi bilmek ve doğru cepheyi seçebilmek duasıyla…