Hukukun ve siyaset biliminin en temel ve bilinen kavramlarını zaman zaman hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü sosyal düzenin sağlıklı şekilde devamı için gerekli bazı kavram ve değerler, aynen inancın temel değerleri gibi toplumda varlığını hatırlatmalar v e pratik tekrarlarla sürdürebilir. Mesela kimsenin itiraz edemeyeceği “hukuk devleti” kavramı bunların ilk akla gelenlerinden.  Klasik tanımındaki “yönetilenler kadar yönetenlerin de hukukla bağlı olduğu devlet” ifadesi önemli bir temeli oluşturuyor.

Bununla birlikte halk, sadece mahkemeler önünde eşit ve adil muamele ile sınırlı bir beklentiyle yetinmiyor ve normal olarak  bu konuda kanaatkâr değil. Hukukla ilgili sosyal ve ekonomik bir alanın içiçe geçmiş olduğunu ve hayatın diğer alanlarını da etkilediğini bilmek zorundayız. Öncelikle bu ilişkileri kurup daha sonra sonuçlarına ve çözümlerine birlikte bakalım:

Hukukun işlemediği yahut eksik işlediği ortamlarda işin tek maliyeti adalet eksikliği veya sosyal hoşnutsuzluk değildir. Konunun asla ihmale gelmeyecek sosyal adalet boyutu da vardır. İnsanlar haklı olarak toplumda adil bir gelir dengesi; adil ve eşitlikçi bir iş ve istihdam dağılımı; iyi işleyen bir sosyal güvenlik sistemi, eğitimde ve iş bulmada fırsat eşitliği; kendisi ve ailesi için sağlıklı ve huzurlu bir hayat kurabilme gibi hayatın birçok kesitinde adaletin sosyal boyutunun yansımalarını görüp yaşamak ister.

Adalet, hukuk ve inancın ana sütunlarını sıralayan ifade ve söylemleri sıralamamız tek başına bir mana ifade etmez.  İlkeler yazılı kağıtlardan hayata geçmedikçe ve yerleşik bir pratiğe dönüşmedikçe değerleri ve yansımaları yoktur. İnsanlar ancak uygulamalar icra edildikçe devlete ve adalet sistemine güven artıkça ikna olurlar.

Hukukun ve adalet sisteminin insanı, can ve mal güvenliği, onuru, aile ve sosyal çevresini ve sermayeyi korumakta yeterli olmadığı ortamlarda ise durgunluk yaşanılması ve ekonomik istikrarın bozulması beklenen standart bir sonuç olur… Çünkü hukuk, idari istikrar ve ekonomik istikrar birbirinin tam anlamıyla bütünleyicisidirler. Bunlardan birisi bir kere bozulduğunda, güvenin yeniden tesisi için sarf edilmesi gereken çaba, istikrarın korunması için sarfedilecek çabadan çok daha ağır ve maliyetlidir.

Bütün bu işleyen çarkın sistemik, insanî, vicdanî ve medenî kuralları vardır. Bu ilke ve kurallara uyulmadığında yeraltı-yerüstü zenginlikleri, petrol gelirleri, kişibaşına düşen milli gelir seviyesi, kullanılan markalar, otomobiller sizin “az gelişmişler” kulvarına sürüklenmenize engel olamaz.

Geleceği konusunda belirsizlik hissedenler, risk almamaya, yatırım yapmamaya veya o ortamdan uzaklaşmaya başlar. Mesela geleceğine dair hayal kurma konusunda belirsizlik hisseden genç nüfus, kendisini bir şekilde dışarı atmaya, işadamları yatırım yapmada tereddüte düşmeye ve sermaye ilk fırsatta kaçacak yer aramaya başlar.

Mesela, kamu görevlerine girişlerde,  görevde yükseltmelerde kanun ve yonetmeliklerle belirlenmiş iyi veya kötü kurallara uyulması tesadüfler veya referanslara dayalı muamelelerden her zaman daha iyidir. Aksi yapıldığında ülke kulvar değiştirir.

Temizlikçi ya da çaycı olmak için bile referansların yarışması gibi gittikçe sıradanlaşan tuhaflıklar, öncelikle küskünlük ve kırgınlığa, daha sonra öfkeye  dönüşür.  Bu tür tuhaflıklar yine de devam ederse, gençlerde çalışarak ilerlemeden ümidi kesmeye ve çalışmaksızın ilişki yönetimi ile pozisyon arama gibi fırsatçılıklara dayalı kronik hastalıklara ve yıkıma yol açar.

Çalışmanın para etmediği yerde şaklabanlık geçerli olur ve bütün toplum için çizilen ufuk ve vizyon zamanla o seviyede kalır. Bu zincirleme etki, bununla da sınırlı kalmaz… Zaman içinde vasıflı genç nüfusun kaybı ve akademiden beyin göçü sıradanlaşır.

Bunları nereden mi çıkarıyorum? Etrafımda yerli yabancı yüzlerce genç var. Mesleğim icabı gençlerle sürekli temas halindeyim. Onları dinliyorum. Yurtdışına gitme ve gelecek arama niyetlerini dinliyor, onları aceleyle verdikleri kararlarını birlikte gözden geçirmeye davet ediyorum. Kısa süreli yurtdışı görevlerin insanı geliştireceğini; kazanacakları bilgi ve görgülerini Türkiye’nin geleceğinde kullanmaları gerektiğine onları ikna etmeye çalışıyorum. Fakat başarılarının önemsiz ama referans ve “torpil”in artık daha önemli olduğunu düşünüyorlar. Bu açıkçası bir ülkenin başına gelebilecek en ciddi afetlerden birisi…

Bir örnekle açıklayayım… Irak, Suriye, Afganistan, Özbekistan, Azerbaycan vb. ülkelerden vasıflı çalışan ve beyin göçü Batı Avrupaya olurken, Türkiyeye sadece kafe çalışanlarının kalmasını tersine çeviremez miydik? İşte bu noktada ilgisiz gibi duran adalet, liyakat, ehliyet, profesyonellik, tecrübe bir şekilde içiçe geçiyor. Aslında herşey birbirine bağlı…  Bu ilke ve kaideleri yönetimlerinde işleten ülkeler göçmenlerin `beyni`ne; biz ise `derisi`yle `gerisi`ne mahkum kalıyoruz.

Halbuki bunu tersine çevirmek ve gelişmişlik ile az gelişmişlik arasındaki tercihi yapmak tamamen kendi ellerimizde…Beyin göçünü durdurmak; hatta tersine beyin göçünü başlatmak, yurtdışından hem kendi insanımızı hem de farklı milletlerden vasıflı insan göçünü sağlamak mümkün…

Herhangi diğer bir konuda aklınıza bir yönetim problemi geliyorsa emin olun ki çözümü yine ilkelerde. Örneklediğimiz diğer alanlar gibi dış politikada da ehliyet, liyakat ve diplomasi tecrübesi krizleri yönetebilmenin ilacıdır. Ekonomi reçetelerinin de adresi dışarıda değil. Ülkede her konuda olduğu gibi yeterince yetişmiş insanımız var. Fakat insan kaynağı ve envanter çalışması yapılmadığında yetişmiş yüzbinlerce insanınız ya evinde oturur veya ilgili olmadıkları sahalarda ve pozisyonlarda düşük verimle çalışmaya devam eder.

İş ve istihdamın artırılmasından başlayarak, göreve geliş ve yükselişler konusunda her zaman atıf yaptığımız ilkelerin işletilmesi, yani atamaların kıdem, sicil ve başarı esasına göre yapılmasıyla, ekonomiden dış politikaya kadar her konuda doğru kulvara geçilmiş olur.

Ne olur bu güzel ülkenin insanları ve çocuklarımız için daha fazla  gecikmeyelim… Gençlere miras olarak diş, pençe ve maskelerin geçerli olduğu bayağı bir piyasa ile kapitalist iş ilişkileri geleneği bırakmayalım. Bunun yerine onlara insani, medeni ve ortak payda olan hukuka  dayalı iyi işleyen bir ortam sunalım. Aklın, vicdanın, iddialı olunan bütün konuların gereklerini yapıp adaletle, hakkaniyetle, ehliyet ve liyakat kriterleriyle işlerimizi görelim…