Hayatın içerisindeki iletişimi sağlayan, yazılı ya da sözlü anlatımların “inşa” edilmesinin aracı kelimelerdir; tıpkı bir mimarın inşa malzemesi olan tuğlalar gibi. İnsanın kulağına ya da gözüne hitap eden “iletişim sembolleri”nden bahsediyorum.

İnsanoğlu iletişimde göze hitabeden sembolleri kullanmıştır. Fakat kulağa hitap eden sembollerle oluşturulan iletişim dili, özellikle felsefi düzeyde sağladığı önemli avantajları sebebiyle daha fazla gelişmiştir.

Kulağa hitap eden kavramların değişim ve ilerleme karşısındaki esnekliği, zihinsel yansımalardaki zenginliği elbette görsele göre daha yüksektir. Bu sebeple kavramların anlam dünyası bakımından tarihi bir seyri vardır; anlamlarını bu süreçlerde kazanıyorlar. Ünlü hermenötikçiler bu manada, “geçmiş ile şimdinin birbirinden bağımsız olarak anlaşılamayacağı”na işaret ediyorlar.

İşte bu geçmiş ve şimdi ilişkisi içerisinde gelişmiş, sembol olarak benzer ama anlamı “gerçekliğin gücüne muhtaç” kavramlardan biraz bahsetmek istiyorum. Bu kavramlar aslında iyinin elinde iyi, kötünün elinde kötü bir “inşa malzemesi” olma özelliğiyle hayatımızın içerisinde arz-ı endam ediyorlar. Adeta zamanın ve kullanıcılarının elinde birer “maymuncuk” lar.  

Bir başka ifadeyle yerel ve uluslararası siyasetin en “kıvrak” kelimeleri onlar; her durumda “hayat kurtarıcı” ve her siyasetçinin vaadinin ana ifade araçları. Bu kavramlara daha önceki yazılarımda “şemsiye” ile beraber “plastik” benzetmeleri yaptığımı da hatırlıyorum.

Bunlardan bazılarını ifade edip, yazıma da onlar üzerinden devam etmek istiyorum: “Demokrasi, ilerleme, değişim, yenilik, eşitlik, özgürlük, gelişim, modernite ve benzeri…” Bu türden kavramlar bir sembol olarak diğerlerinden çok farklı olmayabilirler; fakat “sınırsız muhteva”larının kötüye kullanıma müsait bazı yönlerini ifşa etmek, hem insan teki hem de mensubu olduğu insanlık için oldukça önemlidir.

Başkasının söylediğinin “yanlış” ya da “tutarlı” olup olmadığını anlamak için, öncelikle onun ne söylediğini “doğru” anlamak zorundayız. Bunu yapabilmek için de ciddi bir analoji (karşılaştırma) kudretine sahip olmak gerekir. Gadamer, “bir metnin anlamı, sonsuz bir muhteva çeşitliliği taşır” der. Bu muhteva çeşitliliğinin önümüze çıkardığı karmaşadan kurtulmanın yolu, geçmiş ile kurulan geleneksel bağlardır.

Nitekim hermenötiğin ortaya çıkış sebebi de bize bu noktada bir ışık tutabilir. Çünkü Batı’da, din adına üretilen hurafelerin oluşturduğu inanç karmaşasından kurtulmak üzere “açıklayıcı” ve “ayıklayıcı” bir yöntem olarak benimsendi. Dolayısıyla doğru bir anlamlandırma birçok krizi ya da oluşabilecek mağduriyeti önleyebilir.

Yani her “yeni” diyenin ne kadar yenilikçi olduğunu, “değişim” diyenin değişe bildiğini, ya da “gelişim” diyenin gelişebildiğini, kavramın cazibesinden sıyrılarak nasıl anlamak gerekir? Burada bize yardım edecek olan nedir?  

Mesela “yeni CHP(!)”yi ya da “halkların demokrat HDP(!)”sini, veya “özgürlükler ülkesi ABD(!)”yi ve elbette “gelişmiş Batı(!)”yı değerlendirirken gerçekten bu sözleri, sahiplerinden bağımsız ve sadece cezbedici sembol değerleri üzerinden mi yorumlayacağız?

Elbette hayır! Her önümüze çıkıp; “adalet, eşitlik, özgürlük” diyenin sözünden önce onun hayatıyla ve icraatlarıyla bu cümlelerin ne denli uyup uymadığına bakacağız. Tutarlılıklar arayıp, eleştirel perspektifimizi devreden hiç çıkarmayacağız.

Aklımızın “dün” ile “bugün” arasında mukayese yapabilmesi için tarihsel bir hafızaya sahip olacak ve kastedilen kavramların gerçek karşılıklarıyla, onu kullananın hayatının örtüşüp örtüşmediğini iyi bir analojiye tabi tutacağız.

Bu, emek isteyen hayati bir gerekliliktir. Geçmişte “iki anahtar” diyenleri, “darbeyle huzur” vadedenleri bu zeminde bir değerlendirmeye tabi tutabilseydik, onlarca yılımızı ve milyarlarca liramızı kimse heba edemezdi.

Ama şimdi çok güçlü bir görüntü arz eden hafızamız iyi çalışıyor gibi. Bu umut veren takip, tenkit, tahlil, mukayese yönümüzü daha da geliştirmek zorundayız; buna yardım eden her türden medyanın gücünü de unutmamak gerekir…

Bunca kayıp yıl varken bırakın beş yılı kaybedilecek bir güne dahi tahammülümüz olmamalı/olamaz.

Net bir sonuç olarak: Yeniden aldanmak istemiyorsak çalışanla çalışmayanı, şarlatanla samimiyi, zalimle merhametliyi ayırt etmenin başkaca yolu yok…