Türkiye, jeopolitik konumu gereği, yabancı devletlerin ağzının suyunu akıtır cinsten bir ülke.
Özellikle Avrupalılar’ın…
Bu yüzden Hollanda’sı, Almanya’sı, Fransa’sı bizimle uğraşıyor.
Niye Fas’la, Cezayir’le veya Güney Afrika’yla uğraşmıyorlar sizce?
Düşünmek lazım…
Ve bilmek lazım; onlar bizi överlerse, bizde bir sıkıntı var demektir.
‘Acaba nerede yanlış yaptık’ diye şöyle bir muhakemeye çekmeliyiz kendimizi.
Eğer çamur atarlarsa, doğru yoldayız demektir. Devam…
Çünkü hiçbir Avrupalı, İslam coğrafyasının lokomotifi niteliğindeki Türkiye’nin bir adım öteye gitmesini istemez.
Bu sebeple, gündelik bir kavram haline gelen “terörü” anlayabilmek için, burada anlatacaklarıma iyi odaklanmamız gerekiyor saygıdeğer okurlarım.
Aslında dost görünüp de, arkamızdan hançerleyenlerin kim olduklarını, kimlerin bu topraklar üzerinde, hangi emellerinin bulunduğunu görebilmemiz şarttır.
Dört mevsimin en belirgin yaşanabildiği, tarımsal faaliyetlerinin çeşitliliği, üç tarafının denizlerle çevrili olması, kültürel zenginliğinin belki hiçbir toplumda olmadığı kadar fazla olması, Asya, Avrupa ve Orta doğu arasında köprü vazifesi görmesi, petrol, kömür ve bor rezervleri yönünden zengin olması hasebiyle Anadolu yarımadası, üzerinde türlü oyunların döndüğü, çok değerli bir kara parçası.
Eeee,o kadar nitelik saydık. “Dostlarımız” boş durur mu?
Bırakın “komşu” ülkeleri, taaauzak diyarlardaki “müttefiklerimiz” dahi bizim “iyiliğimizi” istiyorlar.
E bize de “Allah iyiliğimizi versin” demek düşer, öyle değil mi?
Mesela bizleriçooook çok seven(!), pek değer veren, hatta 17 Ağustos depreminde dahi, hiiiiç düşünmeden yardımımıza koşan, “komşi” Yunanistan, aslında bakalım hangi emellerini güdüyormuş topraklarımız üzerinde?
MEGALO İDEA!
Yani?
BÜYÜK HEDEF!
Neymiş hedefleri?
Başta İstanbul yani onların deyimiyle ‘Konstantinapolis’ olmak üzere tüm Ege ve Karadeniz kıyıları, Arnavutluk, Bulgaristan ve tüm Kıbrıs’ı almak kaydıyla Büyük Yunanistan’ı kurmak.
Yani bir nevi Bizans’ı yeniden hortlatmak!
İnanır mısınız; Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u ellerinden aldığı o günden beri, ağızlarını şapırdata şapırdata, bu ülküyü besliyorlar içlerinde.
Hatta Altın Şafak Partisi, onlarda bu ülkünün resmileşmiş kurumudur.
E tabi, kolay değil! Onları da anlıyorum.
Sen tut, İstanbul’u ellerinden al, yetmedi iki yüz yıl da Mora yarımadasını yönet, sonra dünyaya racon kes.
Kanlarına dokunur illa ki.
Sırf, bu Anadolu’ya yeniden hakim olma arzusu uğruna 1919’da Anadolu’ya tekrar girmeye kalkmadılar mı zaten?
Ve ağızlarının payını almadılar mı?
Egeyi alacağız derken, Egeye dökülmediler mi?
İngiliz, onların bu İstanbul şehvetini pekde güzel kullanmadı mı neticede?
Müslüman Türk halkına toslamadılar mı?
“Hooop!” demedik mi el birliğiyle bunların emperyalizmine?
İlk kurşunu gazeteci Hasan Tahsin sıkmamış mıydı bunlara?
Ve akabinde gelişen 4 yılda hepsi, çil yavrusu gibi dağılmamış mıydılar?
Şimdi anladık mı kuyruk acılarını Yunanlıların?
VE ERMENİSTAN;
Yunanistan bizleri düşünür de, Ermenistan boş durur mu?
Onların da var planı elbet…
Büyük Ermenistan’ı kurmak için;
3-T KURALI’nı tezgâhladılar.
Yani?
TANITIM-TAZMİNAT-TOPRAK.
Açalım biraz;
Azıcık da olsa, tarih okuyan herkes iyi bilir ki Ermeniler, 1915’te Osmanlı’nın “Yer değiştirmek” anlamına gelen “Tehcir” politikasıyla Doğu’muzdan, Güney’imize doğru “devlet kontrolünde” göç ettirilmişti.
İyi de niye?
Elbette, bünyesinde rahat duran kavmi sürgün etmez bir devlet durduk yere, değil mi?
Vardır bir kabahati…
Ermenilerin de kabahati, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlıyı satıp, Ruslardan yana olma ve bizi arkadan hançerleme potansiyeline sahip olmalarıydı.
Çünkü o güne dek yaşanan süreç, Ermenilerin genelinin, Rus taraftarı olduğunu gösteriyordu.
Bunu çok iyi gören Osmanlı idaresi de, Meclis kanalıyla “Tehcir” kararı çıkarmış ve bölgede Ermeni nüfuzunu azaltma eğilimine girişmişti.
Dönem şartlarına göre gerçekten çok doğru bir karar olduğunu şimdi daha iyi anladığımız tehcirin, bir soykırım olmadığını, ‘yer değiştirmek’ olduğunu, bugün maalesef kimseye anlatamıyoruz.
Yukarıda da bahsettiğim gibi;
3-T Kuralını uygulamak istiyorlar topraklarımızda.
Neredeyse, bu konuda tüm dünya kamuoyunu etkilemek adına ciddi bir propaganda faaliyeti yürüten Ermenistan, 3-T’nin ilk sacayağı olan Tanıtım’ı bizedayatmak için elinden geleni yapıyor.
Tüm dünyaya, “Türkler bizi katletti” yalanını kabul ettirmeye ve bu vesileyle de Türkiye’yi kapana kıstırmaya çalışıyorlar.
Ne hikmetse dünya da, “aman bir şey olsa da Türkiye’nin üzerine çullansam” diye el ovuşturuyormaşallah!
Tanıtım faaliyetleri neticesinde bugün İran’dan Şili’ye, Fransa’dan İsviçre’ye, onlarca ülkede, sözde soykırım anıtı bulunmaktadır.
Nihayetinde tüm dünya kamuoyunu etkiledikten sonra, en son Türkiye’ye bu sözde soykırımı kabul ettirmenin peşindeler.
Yani ana hedefleri bu; Türkiye’ye tanıtmak…
Neticede “tazminat” koparmak…
Tıpkı Yahudilerin, Almanya’dan talep ettiği gibi yüklü bir miktar…
Projenin ikinci sacayağı olan Tazminat’ı koparmak da, pek uzun sürmeyecek zaten.
Ve sonuçta tazminat ödediğimiz için, ‘soykırım yaptığımızı’ da kabul etmiş olacağımıza göre, topraklarımızın doğusunu dabi’zahmet rica edecekler bizden.
O da çok sürmez merak etmeyin.
Tanımaya tanımış olduk ya bu yalanı.
Tazminata da mahkûm edildik.
E dünya da arkalarında…
Geriye ne kalıyor?
Toprak…
Öyle az buz bir yer de değil! Kars’tan Sivas’a kadar olan tüm bölgeyi istiyorlar.
ASALA TERÖRÜ VARDI BİR ZAMANLAR MESELA;
ASALA silah zoruyla, sözde Büyük Ermenistan’ı kurmak isteyen bir örgüttü.
1973’te AgopAgopyan isimli bir Ermeni milliyetçisi tarafından Beyrut’ta kurulan ASALA, dağıldığı 1985’e kadar tam 12 yıl boyunca, özellikle yurtdışındaki diplomatlarımızı katletti.
Yetmezmiş gibi, 1982’de Ankara-Esenboğa Havalimanına çivi tesirli bomba koydu.
Yüzlerce vatandaşımız hayatını kaybetti.
1988’deyse elebaşıAgopyan, örgüt içerisindeki iç çekişmelerinden dolayı öldürüldü.
Sonuçta ASALA bugün lağvedilmiş vaziyette.
İRAN’I ELE ALALIM;
Yukarıda bahsettiğimiz Yunanistan ve Ermenistan, hadi Hıristiyan devletler, bize karşı olan karın ağrılarını anlarım.
E peki, “Müslüman Kardeşimiz” İran’a n’oluyor?
İran, tarihten gelen çeşitli husumetleri yüzünden Türkiye’ye olmadık oyunlar tezgâhlamakta, her türlü yıkıcı ve bölücü faaliyeti desteklemektedir.
Yavuz Sultan Selim’e pislik dolu bohça gönderen, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde mezhepçi ayaklanmalar tertip eden, bugün sözde Ermeni soykırımını tanıyıp, yetmedi anıtını diken İran, bugün dahiTürkiye toprakları üzerindeAlevi-Sünni çatışması çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Neden mi?
Çünkü yanı başında kendisinden güçlü bir devlet istemiyor. Müslüman da olsa, istemiyor.
SURİYE REJİMİ, MASUM MU PEKİ?
Suriye’nin de bugünkü mevcut Esad rejimi, özellikle Hatay üzerinde hak iddia ediyor.
Haritalarında dahi Hatay’ı, kendi topraklarındaymış gibi göstermekten kaçınmadıklarını biliyoruz.
1939 yılında kendi isteğiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanan Hatay, o dönemler Fransız sömürgesi olan Suriye yerine; bağımsız, genç ve her türlü potansiyeli yüksek bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’ni tercih etmiştir, nokta.
Var mı bundan gayrısı?
Aynı zamanda topraklarında on yıllarca terör örgütü YPG’ye destek vermiştir.
Bunu da es geçemeyiz elbette.
Hatta yakalanmadan önce, Şam’da Öcalan’ı uzun süre barındırmıştı hatırlarsanız.
İSRAİL VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ;
Yani, nam-ı diğer BOP.
Büyük Ortadoğu Projesi Tevrat’ta geçen, “Arz-ı Mev’ûd” yani “Vadedilmiş topraklar” inancından esinlenilerek oluşturulmuş bir projedir.
Onlara göre vaat edilen topraklar, iki büyük nehir arasıdır.
Hatta İsrail bayrağına bakarsanız, üstten ve alttan iki mavi çizgi, ortasında da Siyon Yıldızı yer almaktadır.
Bu iki mavi çizgi; Fırat ve Nil’dir.
Bu iki nehrin doğduğu ve aktığı tüm topraklar üzerinde İsrail, hak iddia etmektedir.
E tabi, bu iki nehirden biri, Türkiye’nin doğusundan başladığına göre…
Görünen köy kılavuz istemez.
Orada yaşanan malum olayların nere kaynaklı olduğunu anlamak, zor mu sizce?
ÇİN’İN EKONOMİK İSTİLASI;
Sosyalist bir düzene sahip olan Çin, karın tokluğuna çalıştırdığı vatandaşlarının işlev potansiyelini maksimum güce çevirmiş, dandik, taklit, ucuz sermayeli mallarla dünya pazarını istila etmiş durumdadır.
Türkiye’de elektronik eşyalardan giyeceklere, ilaç ve hatta gıda ürünlerine kadar, hemen her alanda bu sağlıksız ve ciddi tehdit oluşturabilecek ürünler yoğunluktadır.
Oyuncaklardaki kanserojen maddeler, çocukların sağlığını hiçe sayıyor.
Giyeceklerdeki radyasyonlu boyalar kanser riski taşıyor.
Ve önlem alınmadığı sürece akın akın gelmeye, tehdit oluşturmaya da devam edecek.
Doğu Türkistan’da Müslüman Türklere yaşattıklarından hiç bahsetmeyeyim isterseniz.
Türlü işkencelere maruz bırakıyor, ramazanlarda oruç tutmalarını engelliyor, camileri susturmaya çalışıyorlar.
RUSYA’DAN BAHSEDELİM BİRAZ DA;
Rusya Federasyonu, Kuzey Yarım Küre’nin en kuzeyine sıkıştırılmış soğuk ve mümbitolmayan topraklara sahip bir devlet.
Doğru düzgün tarım ürünleri olmadığı için, özellikle Türkiye’ye muhtaç konumdalar.
Bu nedenle Rusya, tarihten beri sıcak denizlere inme politikasını gütmektedir.
Önemli ticaret yollarının denizler olduğuna inanan Rusya, tarım bakımından verimli, deniz ticareti aktif ve sıcak olan ne kadar ülke varsa, hepsini sömürmek istiyor.
Zamanında Çarlık Rusya da bu politikayı gütmüş ve Birinci Dünya Savaşı’na girerek başta Osmanlı olmak üzere Avrupa ve Ortadoğu’yu tehdit etmiştir.
Sovyet Rusya ise yıkıldığı 1990 yılına kadar topraklarımız üzerinde ciddi komünizm propagandalarında bulunmuştur.