Fırıncı olsam iyiydi. Belki o vakit bilirdim buğdayın hikâyesini baştan sona. Hani mesleğime olan saygımdan, nimete hürmetimden, verene şükrümden öğrenirdim buğdayın kökünü, geçmişini, geldiği ahvali, gideceği mahali… Hasıl buğday hakkında fazla bilgim yoktur.
Tâ ki, 24 Mart tarihinde Sözcü Gazetesi yazarı Soner Yalçın’ın yazsını okuyuncaya kadar… Yalçın’ı düzenli olmasa da zaman zaman okurum. Yıllardır “Karanlık Oda”larda ne yazar ne çizer merak ettiğimden…
“Anlatacaklarımı bir dinleyin!” ültimatomu ile başlayan yazıyı, iflah olmaz bir okur edâsı ile okumaya başladım. Güzeldi… Öğreticiydi… Bir yere kadar…
Yalçın, Mennonit Protestan mezhebinden, buğday cinslerinden söz ediyor, Kars menşeili Kavulca buğdayının yolculuğu, uğradığı genetik bozulmayı anlatıyordu.
Derken mevzu usulca yön değiştirip “Adana’da GDO’lu ekmek” hakkında açılan soruşturmaya yönelince giriş bölümünde yer alan bilgelik, yerini polemiğe bırakmasın mı?
Sayın Yalçın, araştırmaya dayalı bunca güzel bilginin genetiği ile nasıl oynayacak da mevzuu “Hayır”cı meramına bağlayacak diye merakla okumaya devam ettim.
Yanılmamıştım… Yazı, şöyle sonlanıyordu: “Bir yanda… Milli tarım politikası kurma amacıyla tohum ıslah merkezi kuran Atatürk… Diğer yanda… Tarımı ABD’nin inisiyatifine bırakan DP’den AKP’ye uzanan zihniyet. Sadece Kavulcayı değil GDO’lu politikacılarını da iyi tanımak gerekiyor!”
Durakaldım… Şaşakaldım… GDO’yu da döndürüp dolaştırıp AK Parti’ye bağlamış ya, gülmekten kendimi alamadım. Ee, âlimin(!) fikri, zikrinden mülhem! Buğdayın GDO’lusu olur da zihnin GDO’lusu olmaz mı!? Olmuş işte! Hayırcı zihniyetin genetik ispatı…
Yazı böyle bitince, buğday hakkında bildiğim iki şeyi daha hatırladım. Ve madem Yalçın, allem edip mevzuu AK Parti’ye bağlamış, ben de kaynaklarda sabit bir bilgiyi CHP’ye bağlayayım da adet yerini bulsun…
Kenan Evren’den rivayetle: 2. Dünya Harbi sırasında, Sarıkamış Savaşı’nın paranoyasıyla (güya!) Türk ordusunun açlıktan kırılma korkusu yaşadığı için İsmet İnönü buğday stoku yapar. Savaş sonrası depolarda kalan buğday çürümüştür ve denize dökülür!
Ve dini İslam olan bir ülkenin devlet başkanı vahiyden habersizdir. “Yedi yıl eskisi gibi ekin ekin. Böylece (bunlardan) yediğiniz az bir kısmı hariç, hasat ettiklerinizi başağında bırakın!” ayetini bilselerdi Yusuf suresindeki ibretten haberdar olup buğdayı başağında saklama ferasetiyle halkı aç bırakmazlardı.
İşte o dönem tek adam, tek parti, CHP dönemidir! Bu arada ülkede kıtlık hüküm sürmekte, halk karne ile ekmek almaktadır!
Şu feci basiretsizliği de es geçmeyelim: İsmet İnönü’nün komutasındaki ordu güya açlıktan ölmekten korkuyormuş! Türk Ordusu o gün de, bu gün de ölümden korkmaz ki açlıktan korksun!
Fark büyük, kıyas götürmez! Fakat GDO’nun AK Parti’ye bağlanmasından daha nitelikli ve ispatlı bir karşılaştırma yapalım: Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın ordusu millet ise, helikopterlerin ve sniperlerin gölgesinde, tankların, G3’lerin, üzerine tek mermi atmadan Ay Yıldızlı bayrağı ile ölümüne teslimiyetle yürüdü!
O millet, aynı inanmışlıkla, 16 Nisan’da sandığa “Evet!” için yürüyecek inşallah! GDO’lu yazarlar, beyhude çırpınmasın vesselam!