“Saniyeler sonra kopacak kıyameti bilsen de durma, elindeki fidanı dik ve yeşermesini seyret, ya da tevekkül et” diyen bir dinin müntesipleri olarak, insan yetiştirmeyi ne kadar da unuttuk.

Yazıya kitabın ortasından girdim evet. Lafı hiç dolandırmadım. Edebiyat yapmadım. Bodoslama daldım içeriye. En direkt vuruş yaptım ve çatalı da hedeflemedim. Ortalamaya kilitlendim. Ortalama bir ağza ses verdim. Vermeye de devam edeceğim. Çünkü bu konu fesahatin sarahate kurban gitmese de, sarahate kıyasla fesahatin zayıf kaldığı, kalacağı bir konu. Elim ve ellerimizin büyük boşluğunu açık eden bir konu.

Daha da açılayım. Kaybediyoruz! İnsanı da eşyayı da kaybediyoruz!

İnsan yetiştirmediğimiz için insanı, eşyaya hakikat planında bakacak insanı yetiştirmediğimiz için de eşyayı kaybediyoruz.

Rivayet odur ki, Hoca Ali Rıza ekolünden iki ressam Feyhaman Duran’la öğrencisi Ahmet Yakuboğlu peri patetik bir yürüyüş esnasında Karaköy köprüsünün üzerinde dururlar. Feyhaman Hoca, Yakuboğlu’na dönerek, “Evlat” der ve Mustafa Kemal’in bir sözünü aktarır: “Efendiler, hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız.” Mustafa Kemal’in sözünden sonra sazı eline alarak tarihe geçecek şu sözü söyler Feyhaman Hoca: “Bana göre sanatçı da olabilirsiniz ama insan olamazsınız.”

Hoca tam on ikiden vurmuş ve insanın altını çizerek insanlığın ipliğini pazara çıkarmıştır. Çünkü devir herkesin bir şey olmaya çalıştığı ama insan olmayı unuttuğu bir devirdir. O devir bugün olanca haşmetiyle devam etmekte. Hatta katlanmış vaziyette. Ümitvar olmakla birlikte kendimizi kandırmaya gerek yok. Sadece toplumumuzun değil bütün toplumların temel sorunu, insan olmakla ilgili bugün. Olanların da insan kalmakla. Nereye giderseniz gidin insan sorunuyla karşılaşırsınız modern ve ileri asrımızda. Çünkü kalkınarak ilerleyen ve tabiatla beraber haşa Tanrı’yı da dize getiren anlayış insanı kaybetti çağımızda. Tanrı’yı kaybedince geriye ne kalırdı ki insandan? Bunu iyi biliyordu Feyhaman Hoca ve diyordu “insan olmak” en zoru.

Süheyl Ünver de diyordu bunu, Hoca Ali Rıza da. Koskoca İslam Medeniyet paradigmasının serlevhası insan olmaktı çünkü. İzahtan vareste bu durumu Cemil Meriç mealen şöyle haykırıyordu Jurnal’inde: “Osmanlı, dünyada en zor şeyi, yani insanı inşa etmeyi başardı.”

Hoca Ali Rıza başta olmak üzere yukarıdaki isimler, medeniyet bekası adamlardı ve biliyorlardı insan olmak nedir, insan neye delalettir! Biz, Cumhuriyet’in çocukları bilmiyoruz bunu. Unuttuk, unutturulduk. Jakoben rejimlerin dar dehlizlerinde harakiri yaptık insanlığımıza. Ama çıkış var. Çıkış her zaman vardır. Tünelin sonunda bir ışık mutlaka vardır. Yada “her gecenin bir neharı vardır” Said-i Nursi’nin dediği gibi. İnanmak ve ümid etmek gerek. Ümid etmekle kalmayıp insan yetiştirmek gerek. İnsanı yetiştirmediğiniz sürece bütün söylemler de, söylevler de palavra çünkü. Ne iktidarların önemi var insan yetişmezse ne de ekonomik istihsallerin. İzm’lerin, ideallerin, derneklerin ve tarikatlerin… Hiçbirinin önemi yok komşunun hakkını gözeten, mahremiyete dikkat eden, yalan söylemeyen, gıybet etmeyen, başkalarının sırtından geçinmeyen, davasını satmayan insanlar yetiştirmediğiniz sürece. Celadet ve şahsiyet sahibi insanlara imza atmadığınız sürece önemi yok varlığınızın. Ne sosyo-kültürel faaliyetlerinizin ne de sosyalleşerek salon devrimciliğine imza attığınız cafe ya da barlarınızın… Hatta abla ve abilerinizin… Hele putlarını deviremeyen ve sizi özgül bir varlık olarak dokuyamayan abla ve abilerinizin hiç mi hiç önemi yok.

Aklımız başımıza geçirilmeden, aklımızı başımıza devşirelim!

İnsanı kaybettiğimiz o kadar bariz bir gerçek ki herkes aynı şeyden şikayetçi bugün. Kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz insandan, insan olamayandan. Mesela bir adam konuşuyor televizyonda. Babasından miras aldığı işi devredip bir ahlak abidesi olarak yaşadığından… Yaşlı bir adam bu. Eleğini asmış. Ama dertli. Şikayet ediyor evlatlarından. Çocuklarım da üçkağıtçı oldu diyor. O da kitabın ortasından konuşuyor. Neden konuşmasın ki? Genzini bırak, dudaklarına kadar gelmiş kelimeler. Bir titreşime bakıyor sadece. Kıvılcımlar çakacak bir titreşime. Yaşını başını almış adamlar yerine lise talebelerine uzatıyorsunuz mikrofonu. Onların da dilinde pelesenk cümlesi: “Bu zamanda babana bile güvenmeyeceksin.”

Heyhat! Ne demek bu? Babana güvenmediğin bir dünyada öl daha iyi. Pimini çek o dünyanın. Çünkü bombadır artık o dünya, bir yaşam alanı değil. Yaşam bitmiş, cürümle beraber çürüme başlamıştır artık.

İşte böyle halimiz. Ne eksik ne fazla. Polayanna’cılık yapmaya gerek yok -ki, burnumuz da uzamıyor maalesef onca yalan karşısında. Aynada iskeletini görenler de kalmadı. Güzel adamlar güzel atlara binip de gitmediler. Kelimenin tam anlamıyla defolup gittiler (Dediğim gibi ortasından konuşacağım bugün hayatın). Karayılanlar parmaklardan süt içmeye de gelmiyor. Hele partizanlar, dalaşmıyor sarsak hır gürüyle dünyanın. Memleket özlemiyle yanmıyor asi adamlar. Sevda sözlerine durmuyor bir şair. Göğe bakanlar da kalmadı artık. Bu durumda isyan en doğal hakkımız. Hakkımız ama etmeli miyiz? İsyan bu diyip sokakları ortadan kaldırmalı mıyız?

Hayır. Yüz bin kere hayır. Bir peygamber ümmetine bu yakışmaz. İslam asil başlamıştır ve asil devam edecektir. Asaletten ödün vermek şanımıza yakışmaz. Çünkü başkaldırısını insan, yetişmekle, yetiştirmekle yapar. Bazen çiçek, bazen hayvan çokça insan yetiştirmekle. İşte tebliğ budur. Tebliğ, insanı inşa etmekle olur. Bıkmadan, usanmadan, yılmadan insanı yeşertmekle olur. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yaptığı budur. Bütün peygamberlerin metodu budur. Hz. Musa’nın (a.s.) Firavun’a hilmle konuşması bununla ilgilidir, Hz. İsa’nın (a.s.) bir yanağına vurana diğer yanağını çevirmesi de. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) onca baskıya, zulme dayanıp 23 yıl boyunca İslam’ı tebliğ edip insanları yetiştirmesi de. İnsandan hiç vazgeçmemesi de… Ayaklarından kan gelene kadar taşlandığı Taifliler için, “Bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı” demesi de… Hepsi insan olmak ve insan kalmakla ilgiliydi. Çünkü bu en zoruydu.

Başkalarına muzaffer olmak kolaydı ama kendine muzaffer olmak zordu.

Başkalarına anlatmak kolaydı ama kendine anlatmak zordu.

Başkalarını eleştirmek kolaydı ama kendini eleştirmek, çuvaldızı alıp kendini deşmek zordu.

Başkalarını hiçleştirmek kolaydı ama kendini hiç’leştirmek zordu.

Başkalarından sadakat beklemek kolaydı ama başkalarına sadakat zordu.

Hepsi de insan olmakla ilgiliydi. Hepsi de insan kalmakla. Ve zordu. Zordu ama Allah zorları kolaylaştırandı. Zorlukla beraber kolaylık bağışlayandı.

Ne mutlu zora yazılanlara. Ne mutlu bir insanı alıp hakikatin mertebelerinde mekik dokuyanlara. Ne mutlu “Allah’ım bizi insan eyle” diye dua gönderenlere.

Baki selamlar.