Bir mesaj gönderilmiş, e-mail adresime.. bir partinin seçim kampanyasının adresi verilmiş, belirli bir kişinin imzası yok.. Ama, bir kişinin şahsî duygu ve düşünceleri olarak yazılmış..
Seçimler arefesinde beni de uyarmaya çalışıyor. ‘Uyur idik, uyardılar..’ diyeceğimi umarak.. ‘Teşekkür ederim, almıyacağım..’ desem sanki kırılacak bir izlenim de bırakıyor, ifadeleri.. Çok kimselere gönderildiği anlaşılan ve mahviyetkâr bir edâ ve tevazu içinde yazılmış olan bu mesajda şöyle deniliyor:
‘…Gece şafağa dönmedi, farkındayım. Amansız ve riyâsız ve pazarlıksız arzuhalimdir -telefon listeme öyle ya da böyle girmiş kardeşlere… Affoluna.
Acının-kederin-derdin- kan ve gözyaşının ayrılmadığı bir coğrafyanın yetimleri adına konuşmak bana düşer mi bilmiyorum.
Lüksün her türlüsünü yaşayan nefsim kelimelerime de tesir eder mi -değersiz kılar mı ! korkuyorum.
Allah’dan hep istediğim, hiç bir duamda eksik etmediğim duama iltica ediyorum.
Dostlarından ayırma Yarab, senden Hakkı’yla korkanlardan ayri düşürme, düşmanlarını dost edinme fırsatı verme..
Hak Tealâ’ya hamdolsun. Öyle bir cemaatin içerisinde barındırdı bizi. Duamıza icabet etti. Bir kez olsun Müslüman’ların yüzünü kızartmamış, haktan zerre miktarı taviz vermemiş (….) hocaya öğrenci yaptı.
Kardeşlerim! Gelin bu seçimlerde Allah’dan hakkı’yla korkan, haktan-hukuktan ayrılmayan, ‘……Partisi’sine oyunuzu verin.
Konuştuklarıyla yaptıkları birbirini tutmayanlardan uzaklaşın. Vefanızı gösterin. …. ve ….’nun ruhlarına, ‘ilahî adaletin tecellisi olan, haktan korkanlara oyumuzu verdik!’ muştularını gönderin.!’
*
Evet.. Bu bir propaganda mesajı.. Yazıp gönderen belli değil.. Kendini ortaya koyacak kadar cesareti mi yok, yoksa çok mu mütevâzı?
Bir siyasî parti için oy isteniyor. İki parti bir seçim ittifakı yapmışlar.. Kendilerini en temiz ilan etmişler.. Herkes kendisini öyle niteleyebilir.
Hiç kimse de ‘Benim yoğurdum ekşi’ demez.. Kendilerini ayrıca Türkiye’nin geleceğinin teminatı gibi kocaman kocaman laflarla da takdim ediyorlar, günlerdir, İstanbul caddelerinde, tozu dumana katarcasına yapılan yüksek gürültülü hoparlörle..
En çok rahatsız eden sloganları da, ‘Kendine gel, Saadet’e gel!..’ şeklindeki bir laf..
Asılan kocaman bayraklar, yüzler- binler halinde, karşınıza çıkıyor..
Hemen her elektrik direğinde, yağmurdan zarar görmeyecek ve kolayca koparılamıyacak yapışkanlıkta, plastik, parlak onbinlerce- yüzbinlerce parti bayrağı.. Bu bayraklar, sanırım, ülke çapında geçmişte aldıkları oylardan bile kat kat fazla.. Bu kadar büyük harcamaları nasıl da yapabilmişler.. Üstelik, aldıkları düşük oy sebebiyle, hazine yardımı alan partiler arasında yer almadıklarını düşününce, insan daha bir şaşırıyor..
Ve Kamalak ve Destici denilen iki kişinin simaları, her köşede size el sallıyor ve size hitab eden bir ifade ile bizi edebe davet ediyor, ‘Kendine gel!’ diye uyarıyor.
‘Keşke, aynaya baksalar da, aynı sözü, ‘Kendine Gel!’ hitabını kendilerine söyleyebilseler.’ demekten kendimi alamıyorum.. Onların nasıl bir tuhaf ve ölçüsüz sözlerle -ve kendilerine seçim sonrasında asla itibar etmiyecek çevrelerin yayın organlarında- sadece şu son bir yıl içindeki insanı derinden yaralayan sözlerini hatırlamak bile istemiyorum..
Kendini kaybedercesine bir siyasî hırs içinde, karşısındakileri eğitilmeye muhtaç, yolunu şaşırmış kimseler olarak görmek eğilimini yansıtan rahatsız edici bir uslûb değil mi, bu tarz bir söylem…
Her ikisi de, şimdi hayatta olmayan eski liderlerinin ruhlarının şâd olması ve onlara vefâ gösterilmesini istiyorlar..
Düne kadar birlikte olduklarına, kendi aralarından yetişmiş kardeşlerine, bugün onlardan fersah fersah uzakta ve onları üstü açık veya kapalı ağır ve çirkin ithamlarla suçlayarak ve de kemalist-laik-solcu-sağcı, şu veya bu etnik grup adına kavmiyetçi çizgilerde ve hedeflerle hareket edenlerin safında ve onları mest eden bir ağızla yaptıkları suçlamalarla..
Haydi, o eski liderlerinden birisinin, geçmişte 2002- 2010 yılları boyunca ve hele de seçim atmosferine girince, kendi eski talebelerine, insana acı veren, ne ağır ifadelerle neler söylediklerini, hatırlamayalım.. Ki, o eski talebeleri ona karşı, yıllarca ağızlarını açıp da tek bir saygısız kelime bile karşılık vermemek için olanca dikkatlerini göstermişlerdi.. Hattâ, o eski talebelerinden en önde gelen ismin kıldığı namaza ve de hanımının örtüsüne dair bile, tv. ekranlarından laf eden acaib sataşmalara rağmen..
Ve o eski talebeler, eski liderleri vefat ettiğinde de, her şeyi bir tarafa bıraktılar, ona muazzam bir devlet töreni yaptılar idi, milyonların arasında, en önde, Başbakan ve Cumhurbaşkanı vs. olarak bizzat hazır bulunmak sûretiyle..
Vefâ idiyse, herhalde bundan daha ilerisi olamazdı..
Hakk rızası yerine, eski liderlere vefâ duygusu çağrıları yapılarak, varılmak istenen yer neresi?
Diyelim ki, –Hakan Albayrak’ın evvelki gün kaleme aldığı iki sayfayı bulan uzuuun ve nefis , doğru tesbitlerle dolu yazısında etraflıca değindiği üzere-, tırtıklayıp, bugünkü yönetici taifeyi Hükûmetten düşürmeye muvaffak olsalar.. Ve nice olumsuzluklara rağmen, halka son 12-13 yılda yapılan bunca hizmetler tökezletilse, halkın büyük kitlelerin kazanımlarının yeni iktidar sahibleri tarafından bir gecede nasıl geri alındığını görünce, bu yaldızlı laflarla, bize ‘Kendine gel!’ diye hitab etmek zevksizliğini sergileyenler, kendilerine gelebilecekler ve ‘Eyvah, bir siyasî hırs ve körlük uğruna neler yapmışız..’ diye eseflenecekler midir?
Ki, bu çağrıya uyup da oy filanca partiye oy verecek olan insanların ülke çapında yine de geçmiş örneklerde olduğu gibi, en azından 300 bin civarında olacaklarını düşünsek, bunların büyük bir kısmının yine alnı secde görmüş kimseler olacağı ortada..
Bu yazıyı kaleme almaktan murad, filanların kazanmasını sağlamaya veya kaybetmesini önlemeye çalışmak değil.. Sadece, başka zamanlarda bir ömür boyunca mâlum çevrelerin alayına, hakaretine, baskı ve zulmüne maruz kalmış ve yine de kalacak olan ve aynı safta durduğumuz kimselerin, birilerinin maskarası durumuna düşmemesi, o başkalarını kıs-kıs güldürmelerine yeniden âlet olmamaları içindir.. Hatırlansın, en hızlı kemalist-laik gazete, geçen yıl, Pennsylvania Şeyhi’nin mâlum beddua çılgınlıklarını görünce, ‘Hacı, bizim yapamadığımızı siz yaptınız..’dercesine sevinç çığlıkları ve aferinler yükseltmişlerdi..
Düşmanlarının maskarası durumuna düşmek, müslüman insana yakışır mı?
*
Ne çabuk unutuldu, 28 Şubat 1997 Zorbalığı döneminde, halkın 40 yılda ve uzuuun siyasî çabalarla, gıdım gıdım elde ettiklerinin bir gecede, nasıl ellerinden alınıverdiği?
Aynı durumun tekrarlanmıyacağını mı sanıyorsunuz.. O kesimlerin size olan hıncından bahsetmiyorum.. Adamların dünya görüşleri bu.. Elbette, halktan vekalet yetkisi alırlarsa, kendi doğrularına göre hareket edecekler ve ülkeyi, elbette kendi doğru bildiklerine göre yönetmeye çalışacaklardır.. O zaman, bize bugün ‘Kendine Gel!’ demek zevksizliği ve kabalığında bulunanlar kına yakıp zil takıp oynayacaklar mıdır?
Bu satırların sahibi, 40 yıl öncelerden beri, mevcud siyasî yapıyla halkımıızın iradesinin ve isteklerinin karşılanmıyacağına inanan birisi olarak, ‘Tâgûtî düzeninin devamı için oy yok!.’ demiş birisi olarak, bugün de tagutî düzenin daha bir güçlenmemesi ve daha bir hortlayarak milletimizin hayatına tekrar daha bir tebelleş olmaması için yazıyor bu satırları; filanların kazanması veya kaybetmesi için değil.. Hani, şimdi hayatta olmayan eski bir liderin sık sık tekrar ettiği ‘mümin feraseti ve basireti’ni sergilemeleri için yazıyor bu satırları..
Bu vesileyle, bir hatıramı da tekrarlıyayım:
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile, onun hızlı kavmiyetçilik yaptığı gençlik yıllarından beri aramızda bir soğukluk vardı.. Ama, sonra o hızlı kavmiyetçi çizgiden biraz uzaklaştı ve bulunduğu ırkçı saftan ayrıldı; aramızdaki soğukluk da büyük çapta zail oldu, eridi elbette..
Ne zaman ki, Erbakan-Çiller koalisyonu, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi ve Zorbalığı’nın ağır baskısıyla sarsılmaya ve Hükûmet, Meclis’de 276 sayısının,güvenoyu sayısının altına düşmek tehlikesiyle karşı karşıya geldi; Muhsin Bey çıktı ortaya ve kendi partisinin 7 m.vekilinin desteğinin Hükûmet’in arkasında olduğunu resmen açıkladı.. (Gerçi C. Başkanı Demirel bunu kaale bile almadı,‘sayısal ağırlık değil, siyasal ağırlık lâzım..’ gibi acaib laflarla ve oyununu oynadı..)
*
Arkasından, 1999 seçimlerinde Muhsin Bey ve arkadaşlarına Fazilet Partisisaflarında yer verileceği beklendi ve amma, bu olmadı.. Hattâ, Muhsin Bey’in 20 kişilik, ve hattâ 40 kişilik bir kontenjan istediği ileri sürüldü, özel toplantılarda, ciddî ciddî..
Merhûm Muhsin Bey’le, -2001’de olmalı- Almanya’nın Remscheide şehrinde karşılaştık; uzuuun bir sohbet..
Kendisinin öyle bir kontenjan isteyip istemediğini bizzat kendisinden sordum, yeminle söyledi, ‘Ne öyle bir talebimiz söz konusu oldu, ne de onların herhangi bir teklifi..’
Ve şöyle devam etmişti: ‘Ben o buhran sırasında, gördüm ki, Erbakan’ı meclis aritmetiği yoluyla düşürmeye çalışacaklar; Demirel’in, askerlerin ve kemalistlerin-laiklerin oyununu bozmak için, partimizin 7 m.vekiliyle Hükûmet’e destek vereceğini açıkladım.
Ama, onlar yine oyunlarını sürdürdüler..
Ben o destek açıklamasını niye mi yaptım?
Yarın, Hükûmet düşebilir.. Ben Anadolu’ya gittiğimde, aynı safta durduğumuz insanlar bana gelip, ‘Yahu, bize daha yakın duran bu hükûmete destek vermeyip de, bize 80 yıldır kök söktüren bu zâlimlerle birlikte hareket ederken, Allah’dan da mı korkmadın mı?’ derlerse halka ne cevab veririm, Allah’a karşısındaki sorumluluğumu nasıl izah ederim..’ diye düşündüm. Yoksa, bize ileride kendi partilerinden kontenjan ayırılırlar filan değil, vallahi..’
*
Bilmiyorum, bazılarına meramımı merhûm Muhsin Yazıcoğulu’nun diliyle de olsa, anlatabildim mi?
Ve eminim ki, merhûm Erbakan Hoca da, siyasî atmosferin etkisinden şöyle biraz uzak olduğu sıralarda yaptığı gibi, ‘Onlar bizim evladımızdır, be heyy gaafil!. Anlamadın mı buncağız oyunu..’ derdi.
Şimdi, kitlelere, ‘Kendine Gel!’ çağrısı yapanlara ve onların etkisinde kalanlara, aynı sözü aynanın karşısına geçip tekrarlamalarını tavsiye etsek, bir etkisi olur mu dersiniz?
*