Geçen hafta, yakın bir dostumla birlikte 4-5 gün Hollanda- Belçika ve Almanya’yı kısa kısa dolaşma fırsatımız oldu. Hem Türklere baktıkları açıları tekrar tekrar gözden geçirmeyi, hem de oradaki gurbetçi vatandaşlarımızın yaşam biçimlerinde ne gibi değişimler oluyor, bunları daha yakından teneffüs edebilmek için düştük yollara.
Euro’nun artışı neticesinde Türkiye’ye göre“ 4-5 Katı” gibi bir fiyatla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yemek, tren, araç kiralama, otopark, otel falan derken bir bakıyorsunuz ki; Türkiye’de 5 yıldızlı bir otel fiyatına neredeyse çok az şey yapabilerek geri dönmüşsünüz. Fiyatlar açısından resmen kazık denilebilecek seviyelerde. Ama bize göre! Onların ekonomisine göre normal seviyelerde.
Yani ekonomik olarak çok mutlu olarak döndüğümüz söylenemez. Ancak bizim daha çok görme, anlama ve farkındalık oluşturmak için bu yolculuğa çıkmıştık ve bundan dolayı karşımıza çıkan sorunlara çok fazla takılmadık.
Gurbetçilerin yarım yamalak Türkçe konuşmaları, Recep Tayyip Erdoğan’a karşı ciddi bir sevgi ve muhabbet duymaları, dönemeseler bile yüreklerinin her daim Türkiye’de olduğunu görmek içimizde çiçekler açtırdı. En çokta Avrupa’nın sert sömürü politikaları karşısında bunca yıldır asimile olmamaları, ağızlarındaki Türkçe yarım olsa da, yüreklerindeki Türklük tamdı.
Fırıldaklık bilmeyen, kurallara uyan, kazandığı tek kuruşa kadar alın teri silerek kazanan bir Türk kitlesi seyretmek gerçekten güzeldi.
Mutlu olduk!
Hatta biz o kadar rahat ve özgür bir memlekette onlar kadar güçlü kalabilir miydik, inanın bunu da sorgulamadım değil. Çünkü her şeyin serbest olduğu bir memlekette; siz dininizi, kimliğinizi korumaya çalışırken, canınız bir şeyler çekse bile sırf içerisinde domuz vb. katkı olabilir gibi sürekli nefis terbiyesi ile yaşayabilmek gerçekten kolay şeyler değil. Büyük fedakârlık ve özveri gerektiriyor.
Anladım ki; Gurbetçi olmak zor mesele azizim!
Onlar buna alışmışlar, hatta bazıları biz artık Türkiye’de yaşayamayız gibi söylemlerde bulunuyorlar; anlıyorum onları. Avrupa ülkeleri artık tüm insanı kanun ve nizami düzenleri kurduktan sonra naylon vb. gibi kanunlarla uğraşacak kadar gelişimlerini sağladığı bir memleketten kalkıp bizim karmakarışık düzenimize ayak uydurmaları elbette kolay değil. Ondan o memleketlerde o sıkıntılara razı yaşamayı kabul edip, gelmemeyi tercih etmelerini de anlıyorum.
Türkiye’den gezmeye geldik gibi bir söylem karşısında özel bir muamele kimseden görmüyorsunuz. Artık herkes ekmeğinin aşının derdine düşmüş, hani köyden indim şehire misali birilerinin boynumuza sarılmasını beklemesek te, azıcık biraz daha fazla sıcaklık beklemedik değil. Ama tamamen zaman dedik adına.
Avrupa insanı bize göre çok fazla milliyetçi, herhangi bir yabancı ülke ile dış politikasal sorunlarda anında bir olmayı becerebiliyorlar. Bunu da bizzat halkın devletine olan sevgisini sokaklarda görebiliyorsunuz. Yani beraber olmanın gücünü keşfetmişler. Darısı bize dedik!
Sakinliği, geçmişe sahip çıkmayı, önüne gelen boş araziye inşaat yapmamayı, doğayı korumayı, insanın insana gösterdiği saygıyı, bisikletli insanların bir şehirde çok rahat dolabildiğini, herşeyin şeffaf olunca ortaya çıkardığı güzelliği, insan olmanın insana verilen değerin devlet tarafından yansımalarını gördük. Müslüman olarak aslında sahip olmamız gereken nice yetilerin bizden önce başkaları tarafından ele geçirildiğini, kul hakkı değerlerinin bizde onlardan çok olması gerekirken yerlerde süründüğünü görmekte üzdü bizleri.
Değerli dostlar İstiklal Marşımızın şairi merhum Mehmet Akif’in ifadesi bugünkü yazının tam ortasına oturdu diyebilirim. Batının insan ilişkilerindeki duruşu ve davranışı, işlerine olan sadakati ve dürüstlüğünü öne çıkararak bazı yanlış duruş ve davranışlarımızı önce kendi nefsime sonra da değerli sizlere hatırlatmak isterim.
Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi”…
Kalın sağlıcakla…