En net cümlemi en başından yazayım ve analizime de bu net cümlenin aydınlığında devam edeyim. Abdullah Gül, aday olsun ya da olmasın bu saate kadar sergilediği, “yeteri kadar açık olmayan tavrı”yla durduğu yeri artık “net” olarak belirlemiştir.
O net yer neresi mi? Hemen ifade edeyim. Aktif siyasetten vazgeçmediğidir… Eğer öyle olmasaydı, bir iki cümlesiyle bütün bu tartışmaları bitirebilecekken bunu yapmak yerine, üzerinden bu denli manipülasyonun yapılmasına neden fırsat veriyor? Bu hal, çok açık bir niyet beyanıdır.
Kendisinin; “aktif siyasete dönmeyi düşünmüyorum” ifadelerinin de hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Bugün olmazsa yarın ama fırsatını bulduğunu düşündüğü her an “siyasete girmek” gibi bir emelin arka planda beslendiği artık saklanamaz bir gerçek ve bu anlaşılabilir bir şey. Anlaşılamayan ve öyle zannediyorum ki önemli bir seçmen tarafından asla tasvip edilemeyen yanı; “Neden şimdi ve neden Erdoğan’a karşı?” olanıdır.
Şahsen Gül kanadında, “2019 için planların yapıldığı” yorumlarının bir hikâye olmadığına ve bu erken seçim hamlesiyle, planı en çok bozulanlardan birinin de ona ait olduğuna samimiyetle inanıyorum artık.
Fakat bu “muğlak arife”de sorulacak o kadar soru var ki. Soru var fakat maalesef dün olduğu gibi bugün de “net” olarak cevap verecek bir muhatap ne yazık yok. Ama yine sorularımı soracağım; Gül cevaplasın diye değil üstelik mevzu biraz daha berraklaşsın ve idrakler durulsun diye…
Evet, Sayın Gül’ün gönlünde bir aktif siyaset var; bunu çok net olarak anlamış olduk. “Neden şimdi ve neden Erdoğan’a karşı?” sorusu bizim de sorumuz olsun. Erdoğan’a “karşı” duyguların bu denli bulanıklaştırdığı bir yaklaşımı, gerçekten de ülkenin içinden geçtiği bu atmosfer hak ediyor mu?
Peki, Sayın Gül, tartışmaların odağındaki isim olarak hâlâ açık bir dille durduğunuz zemini ifade etmediğiniz için soruyorum. Sizin adaylığınızı gözlerini dört açmış, salyalarını akıtarak bekleyen zümreleri biliyorsunuz değil mi? Evet, elbette biliyorsunuz. Ama ben yine de sayayım; sayayım ki şahsen de vebalden çıkayım.
En başta bekleyen, bu ülkede kardeşin kardeşe bakışındaki güveni bile zedeleyen terör örgütü FETÖ’dür. Diğeri ise bu ülkeye kırk yıl kaybettirmiş, yaklaşık kırk bin insanın katili olan PKK’dır ve bunlar sadece ikisi üstelik… Ve elbette onları üzerimize salan küresel baronlar. Onları saymaya ise bu yazı kâfi gelmez…
Üstelik Saadet Partisi ile temasınız üzerinden bir siyaset de sizi bahsettiğim zeminden çıkaramaz. Bu koşullarda atılacağınız bir siyaset, İslâm coğrafyasındaki Türkiye ve Erdoğan beklentilerini de hedef alacağı için bunu görmemeniz de imkân kabilinde olamaz. Bütün bu gerçekler ışığında ortaya çıkacak bir adaylık, ya nefsi dayanılmaz kılan bir teklif ya da artık üzeri örtülmesi güç öfkeye işaret eder; ama her iki halde de güçlü bir “ego”ya…
Sayın Gül peki, ne oldu da sizi 2007’de bir e-muhtıra ile durdurmak isteyenler bugün sizi “kut”suyorlar. Sizden ne gibi bir sinyal alıyorlar ki hep bir ağızdan aynı nakaratı tutturuyorlar. Ya da siz duruşunuzla, bu düşüncelerin “beslenme”sine katkı vermediğinizi iddia edebiliyor musunuz? Yoksa artık bu zemindeki çıkışınızı haklı çıkaracak, vicdanınızı rahatlatacak, “meşru”laştırıcı argümanlarınız bütün bu gerçekleri örtüyor mu?
Unutmayın ki sizde bu iktidar içerisinde Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yaptınız. Her şeye eksiğiyle ya da tamıyla dâhilsiniz. O gün yapamadığınız neyi bugün yapacaksınız?
AK Parti içerisinde de bir insan zafiyeti olarak egolular ve çıkar güdenler elbette vardır. Ama gerçek, AK Parti’den ziyade insanımızın içindeki çürüklere işaret eder. Bu, her iktidarın imtihanıdır; onlarla hesabımızın çoğu ahirette olacak; çünkü bizden kaçan Mahkeme-i Kübrâ’dan kaçamaz… Fakat bu ifadem, “bu dünyada ne halleri varsa görsünler” demek değildir.
Buradaki asıl mesele; tabi adaylık olursa, Gül’ün param parça bir siyasi tabana güvenerek yola çıkması olacaktır. Bu da sadece, “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir. Bugün beklenen tavır her türlü kişisel hesabın üzerinde olandır. Ülkemize ait büyük fotoğraf, algı “vasatı”nın yükselişiyle, dirilişiyle ilgilidir; bunun karşısına çıkacak olanın verebileceği zararı buna göre hesap etmesi gerekir… Bizi dışarıdan bölemeyenlerin içeriye yönelik bu hamlesini görememenin vebali, sonradan getirilecek “nedamet ya da eyvah” ile ödenemez, vicdan azabı da dindirilemez…