Saygın bir hocamızın sayfasında yazdığı bir mesaj, son yıllarda gittikçe artan mobbingin hangi seviyelere ulaştığını gözler önüne sermektedir.
Söz konusu yazıda “Fakülte sekreterimiz, üniversitede mobbingin ne ilk ne de son kurbanı. Dürüst ve dik duruşu sebebiyle eski yönetim Halim beye yapmadığını bırakmadı. Halim Bey kahrından kanser oldu ve bugün vefat etti” ifadeleri bulunmaktadır.
Bu ifadeleri okuyunca daha önce görev yaptığım üniversitede, 28 Şubat döneminde zamanın yönetiminin, karşı taraftaki akademisyenleri yok sayma, görmezlikten gelme, kadrolarını vermeme, sürgün etme gibi uygulamaları, fakülte sekreteri Helat Bey’in şiddetli mobbingden dolayı kanser oluşu ve vefatı gözlerimin önüne geldi.
Yıllar geçmiş. Mekânı cennet olsun.
Her şey geldi ve geçti; dönem değişti; sıkıntı ve acı çekenlerin yaşadıkları yanlarına sadece tecrübe olarak kaldı.
Mobbing uygulayan hasta ruhlu zorbalara ise bir şey olmadı. Fırsatları olsa aynı zulümleri yapacaklarından hiç şüphe yok.
Son dönemlerde mobbingin yani psikolojik baskı ve zorbalığın bazı üniversiteler ve kurumlarda yine çok yaygınlaştığını, neredeyse bir yönetim şekli haline geldiğini görüyoruz; yaşıyoruz ve sıkça duyuyoruz.
Yakın zamanlarda yöneticisi tarafından “hayatınız pamuk ipliğine bağlı” tarzı baskılar ile Saadet öğretmenin ve Doçentlik kadrosuna atanmayı beklerken, dışlanan, engellenen ve kadrosu verilmeyen bir kadın akademisyenin intiharını gazetelerden okuduk.
Pamukkale Üniversitesi’ndeki mobbing olayını da yine basından takip ettik. Mahkemeye intikal eden olayda mobbing tescillendi ve üniversite yönetimi ceza aldı.
Üst mercilere yansıtılamayan baskıların, korkudan ve kahırdan köşesine çekilenlerin ne kadar çok olduğu bilinmekte.
Üniversitelerin bilim ile uğraşması ve her alanda toplumda örnek kurumlar olarak gösterilmesi gerekirken, baskının, kayırmanın, mobbingin, yalan ve iftiranın yer edindiği kurumlar olarak yansıması ülkemiz için hoş bir şey değil.
28 Şubatçı ve FETÖ’cü mobbing zorbalarının yaptığı gibi, bazı yöneticilerin, koltuğa oturduktan sonra kendi ideolojisi, grubu ve meşrebinden görmedikleri çalışanlara veya devr-i sabık yaratarak önceki yönetimin adamları olarak tanımladıkları çalışanlara karşı acımasızca psikolojik baskı uyguladıkları sıkça duyulur ve görülür olmaya başladı…
Sanki 15 Temmuz darbe girişimine Türkiye’yi getiren süreçten hiç ders alınmamış gibi, yöneticilerin kayırma ve baskına, kurumları adeta cehenneme çevirmelerine fırsat verilmesi çok üzücü.
Devlet geleneğimizde yöneticiler, çalışanlara adil davranmak, onların hak ve hukuklarını koruyarak kurumları başarıdan başarıya taşımak zorundalar.
Fakat nerede!
Bu davranış sadece kuru cümlelerde kalmış görünüyor. Bir kadınla bile uğraşan, onu dışlayan, hak ettiği emeğini vermeyen, zamanı geçtiği halde kadrolarını vermemek için türlü yalanlara sarılan, masum insanları karalayan, çapsız ve mankurt kişilikleri etkili makamlara taşıyan, siyasi yakınlık, ideoloji, dernek, dini taassup ve benzer meşrepler zaviyesinden hareket ederek kurumları yöneten ve işlevsizleştiren kişiliklerden ne bekleyebilirsiniz.
Bu ülke 28 Şubatçı ve FETÖ’cü yönetim anlayışından çok çekti. Bu tarz bir yönetim anlayışını seçenler, yollarının nereye çıkacağını örnek aldıklarının akıbetlerine bakarak görebilirler.
Bizler için gidecek başka bir vatan, sığınılacak farklı bir liman yok. Tek vatanımız var, o da Türkiye.
Kim baskı ve kayırma ile sizi yönetmeye kalkışırsa, korkmayın mücadele edin. Çünkü siz haklısınız.