Konya’ya ilk gidişimin üzerinden 40 yıl geçti. 1982 yılında ilk gittiğimde üç tekerlekli pırpırlarla seyahat etmiştim. Sonra farklı zamanlarda defalarca bu maneviyatı yüksek şehre gitme fırsatı buldum. Her gittiğimde Konya’nın maddi ve manevi yönden gelişmesine şahit oldum. Türkiye’nin tahıl ambarı Konya sadece tarımla yetinmedi, bir sanayi şehri olarak ülkemize büyük katkılar sağlıyor.
Bu defa Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdussettar Yarar Bey’in başkanlığında 4.kez organize edilen Sûfî Sinema Günleri nedeniyle Konya’daydım. Konya Havalimanı’na indiğimde valilik görevlilerinin gülle karşılamaları güne güzel bir tebessümle başlamamıza vesile oldu. Mevlânâ Celâleddîn’in, Şemsi Tebrîzî’nin, hoşgörünün, irfanın ve hikmetin şehrine hoş geldiniz, diyerek. Elbette gülün ve tebessümün açamayacağı kapı yoktur.
Şehirlerin kimlikleri, uzun yılların ve derin tecrübelerin sonucunda ortaya çıkar. Konya adeta tarihin derinliklerinden yoğrula yoğrula bugüne ulaşmış bir kutlu belde. Mevlânâ’nın deyimiyle “Hamdım, yandım, piştim.” sürecinden geçerek bugünlere ulaşmış. Konya tarih boyunca Hitit, Frig, Pers, Roma, Selçuklu, Osmanlı medeniyetlerinin merkezî şehri olmuştur. Burası özellikle Anadolu Selçukluları zamanında çok sayıda tarihi eserler vücuda getirilerek Türk-İslâm medeniyetinin parlayan yıldızı haline geldi.
Konya’nın kimlik kazanmasının yüzük taşı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’dir. Mevlânâ Belh’den yola çıkarak Konya’yı mesken edinmiş ve bu şehre manevi mührünü vurmuştur. Konya Mevlânâ, Şems gibi manevi önderler sayesinde ilmin, irfanının, saygının, hürmetin, estetik ve zarafetin beşiği oldu. Sonradan gelen nesiller bu kültüre sahip çıkarak Konya’yı Anadolu’nun merkezi yaptılar.
Konya’nın her tarafı gül bahçeleriyle dolu. Gül ne güzel yakışıyor maneviyatın timsali bu şehre. Geniş caddeleri, parkları ve müzeleriyle Konya sizi çağırıyor. Mevlânâ Türbesi merkezî konumunu korusa da yönetenler Konya’ya çok eserler kazandırmışlar. Yine Mevlânâ’nın deyimiyle “Dün dünde kaldı cancağızım yeni şeyler söylemek lazım.” Mevlânâ Külliyesinin arkasında kültür merkezine giden yolda tarihî dokuya uygun, özgün ve geleneksel mimariyi koruyan pırıl pırıl binalar gördüm.
Sûfî Sinema Günleri herhalde en güzel bu şehre yakışır. İhsan Kabil’in genel sanat yönetmenliğini yaptığı festivale dünyanın her yerinden “sûfî yaklaşımlı” filmlerin yanı sıra yönetmenler, yapımcılar, yazarlar ve gazeteciler katıldı. Açılış, Tunuslu yönetmen Nasır Khemir’ın “Fısıldaşan Kumlar” filmiyle yapıldı. Nasır, bu olağanüstü filmi 17 senede bitirebilmiş. Bir yolculuğu, tarihe mal olmuş darb-ı mesel tarzında hikâyelerle anlatıyor. Bildiğimiz batı filmlerinden farklı bir ve anlatım tarzı ile hayatı ve varoluş sebeplerini sorguluyor. Nasır Khemir’in “Muhittin’i Aramak” adlı Muhyiddîn el-Arabî’yi anlatan filmi de gösterildi.
Sûfî Sinema Günleri’ne İranlı ünlü yönetmen Mecid Mecidi’de “Güneşin Çocukları” adlı filmiyle katıldı. Nazif Tunç’un “Karınca”sı, Mesut Uçakan’ın “Anka Kuşu”nun yanı sıra çok sayıda belgesel ve kurmaca film de izleyicilerle buluştu. Abdussettar Yarar’ın Mevlânâ’ya atfen söylediği ve bu güzel etkinliğin de mahlası olan cümleyle bitirelim: “Aynada gördüğün sûret senindir, aynanın değil.”