Gazze’deki Sağlık Bakanlığı’nın, işlenen insanlık suçuna dair yaptığı şu açıklamaya dikkati çekmek isterim.

“İsrail saldırılarında ölenlerin sayısı 11 bin 78 oldu. Ölenlerin 4 bin 506’sı çocuk, 3 bin 27’si kadın.”

Siz bu satırları okurken muhtemelen bu rakamlar biraz daha artacak.

Ölenlerin kahir ekseriyeti masum çocuklar, savunmasız kadınlar, yaşlılar ve hastalardan oluşuyor.

Karşımızda kana susamış ve ‘öldürmekten’ hususi bir zevk alan bir katiller ve canavarlar sürüsü var.

Gazze’de her yer ölümle eş anlamlı hâle gelmiş âdeta.

Dikkatinizi çekti mi bilmem ama bizler bu ölümler karşısında dehşete düşerken Gazzeliler tüm dünyayı hayrete gark edercesine metîn ve vakur…

Ölüm kusan savaş makinalarından zerre kadar korkmuyor, geri adım atmıyor ve asla kadere isyan sayılabilecek bir reaksiyon göstermiyorlar.

Bu hususa dair sosyal medya mecralarında ve haber sitelerinde onlarca video var.

Hepsinde de yakınlarını ve hatta tüm ailesini kaybetmiş insanların heykelleşmiş metanetlerine ve vakur duruşlarına tanıklık ediyoruz.

Ölüm karşısındaki bu asil duruşun tek dayanağı var elbette.

İman!..

Şehadete, öldükten sonra dirilmeye ve hesap gününe öylesine saygıdeğer bir iman var ki ölümü âdeta bir ikramiye ve ödül gibi addediyorlar.

Peki, bu yaşananlardan bizim nasibimize düşen şey ne?

Ne zor soru değil mi?

Evet, açık söylemek gerekirse en hafifi mahcubiyet ve biraz ilerisi derin bir utanç!..

Ne yazık ki bizim açımızdan Gazze’deki ölümler ‘başkasının ölümü’ olmaktan öteye geçmiyor.   

Başkasının ölümü, diğer bir deyişle ‘başkasının acısı’, bu açıdan bakıldığında, üzerinde zorlanmadan mükâleme edilecek bir şeymiş gibi görünür.

Oysa manevi rabıtayla murabıt olanlar için ‘başkasının ölümü’ yahut ‘başkasının acısı’ söz konusu olamaz.

Bu sebeple Gazze’deki kardeşlerimizin acısı topyekûn bir ümmetin acısıdır...

Yahut sevinci…

Acı da sevinç de tamamen izafi kavramlar…

‘Neye göre acı, neye göre sevinç?’ soruları kaçınılmazdır bu nitelemelerin akabinde…

Üç boyutlu dünyada ölüm gerçek bir trajedidir.

Eğer ‘üç boyutlu’ sığlığı aşmışsa kişi, ‘Onlar mahzun olacak da değillerdir.’ mealindeki ayetin müjdesiyle, ‘mutlak sevince’ giden yolun kapısını aralamış demektir.

Şöyle düşünelim isterseniz…

Allah’ın kendisinden razı olduğu mü’min bir kişi tasavvur edelim.

Bu zat, varsayalım ki yetmiş yıl yaşamış, tüm yaşantısı boyunca dünyevi ölçülerde işkence görmüş ve dünya hayatından tezkeresini alıp ebedî hayata bu hâl üzere göçmüş…

Kur’an’ın tebşiriyle biliyoruz ki bu zat, ebedî bir mutlulukla ödüllendirilecektir.

Yani bir anlamda ‘mutlak sevinçle’ tanışık olacaktır.

Kafası ‘rasyonaliteden’ ötesine basmayanlar bile bu zatın yüzde 100 kârlı olduğunu şıpın işi anlayacaklardır elbette…

Zira sonsuz değer karşısında 70, ‘sıfıra’ tekabül eder.

Daha da açıkçası, matematiksel anlamda yüzde 100 kârlı çıkmanın dışında hakikat nokta-i nazarında da 70 yılını işkenceyle geçirmiş bir kişinin çektiği sıkıntılar, yaşanıp tüketildiği için hiçbir değer ifade etmez.

İşte Gazzeliler bu bilinç ve imanla ölümü gülerek karşılıyor ve bu imanları, tüm emperyalist güçleri arkasına almış zalimler ordusunu dehşete gark ediyor.

Tabii ki bu gerçek, bize düşen utançtan hiçbir şey eksiltmiyor, onu da unutmamak lazım…