''Koşullar ne olursa olsun,
Ülkeyi kim yönetirse yönetsin,
Konumu ne olursa olsun bir gazeteci her zaman doğruları yazmak zorundadır.''
Tırnak içine aldığım cümleye itiraz edecek tek kişi yoktur.
Ama dikkat edelim, aleni sorulduğunda itiraz edecek tek kişi yoktur.
İşlerini hile hurda ile yürüten, yalana çokça başvuran, ihalelerle arası iyi olan, torpilden, adam kayırmadan hoşlanan siyasiler, bürokratlar, para babaları, gazete sahipleri yukarıdaki cümleyi sevmezler.
Sevmedikleri için de kendilerine uygun gazetecilerle iş tutmayı yeğlerler.
Kalemi güçlü kim varsa hepsinin peşine düşüp onlarla kapalı kapılar ardında görüşür onları bir şekilde avuçlarının içine alırlar.
Basın tarihine baktığımız zaman görürüz ki, gazetecilerin hayatları hep birilerinin kapılarının önünde geçmiştir.
Kullanılıp çöpe atılma pahasına da olsa birilerinin düdüğünü öttürmekten vazgeçmezler kalemini ve itibarlarını satanlar.
Kalemi ne tarafa çalarsa çalsın daima itibar görür bunlar.
Genelde “Marifet iltifata tabiidir.” ama burada öyle değildir.
Gazeteci iltifata tabiidir diyerek güncelleyebiliriz bu sözü.
Gazeteci, istediğini rezil de eder, vezir de ederse ki öyledir, itibar görmesi kaçınılmazdır.
Dün ak dediğine bugün kara demekte beis görmeyen linçten de korkmaz zaten.
Yanlışları yüzünden linç edildikçe daha fazla itibarı yükselen gazeteciler vardır bizim ülkemizde.
Karşı olduğu gruba her türlü iftirayı atarak ayakta dururlar.
Kendisi mensup olduğu siyasi partinin sözcülüğünü yapar ama karşı taraftakine “yandaş” diyecek kadar yüzsüzdür. Buna rağmen itibar denizinde yüzer bunlar.
Allah korkusu nedir bilmeyenden her türlü melanet beklenir de, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan bir güruh var.
Allah’ın ayetlerini oklarının ucuna takarak diğer Müslümanları vurmaya, öldürmeye hatta onların üstünde tepinmeye yemin etmiş kimseler.
Danışmanlık görevleri sona erince, yazdıkları gazeteden kovulunca, müdürlük görevleri bitince kısaca omurgasız oldukları anlaşılınca kapı önüne konulanlardan söz ediyorum.
“Biz değişmedik, onlar değişti.” Yalanına bizi inandırmaya çalışan kifayetsiz muhterisler.
Zamanında kendilerinden nefret edenlerin televizyonlarında boy gösteren bu kendini bilmezler, ahlaktan, namustan, dürüstlükten söz ederler.
Tabii dinleyen herkes bunlara güler de bunlar kendilerine güleni görmezler.
İşte bu tür gazeteciler para ederler, itibar görürler.
Bunları satın almaya çalışan der ki;
Bunlara ver parayı, satmayacağı kimse yoktur.
Bunlar da paranın, şöhretin cazibesine kapılıp önce eski mahallesine saldırır sonra da eski mahallesine saldırmayana saldırır.
Kendi yandaşı olduğunun hiçbir yanlışını görmez ama karşı olduğu kesime kılıçtan keskin olurlar.
İşin tuhaf tarafı, bunlar ne İsa’ya yaranırlar ne Musa’ya yaranırlar.
Müslümanları eleştirince aldıkları alkışa aldanacak kadar basiretsizdir bunlar.
İtibarları bitince tarihin çöp sepetine atılır bunlar. İlk tekmeyi de şimdiki alkışlayanlar vurur. Her yöne yanlı olmanın bedeli budur, kaçınılmazdır bu son…
Giderler, hoş olmayan bir sada bırakarak…