Biliriz ki Allah-u Teala yaptığı her işte hikmet sahibidir ve O’nun müsaadesi olmadan yaprak bile kıpırdamaz. Lüzumsuz yere yaratılan, varlığı abes ve anlamsız olan hiçbir şey yoktur kâinatta. Varlık imtihan, iptila ve iktisat bağlamında; insanın ontolojik çevresinde anlam kazanır. Âdemoğlu farkındalığını arttırdıkça varlık hakkındaki bilgisini de katlamıştır. Asırlar evvel mana ve mazmunu kavranamayan bir kısım eşyanın bugün bilimin ilerlemesi ve Allah’ın lütfu ile haiz olduğu değeri anlaşılmıştır.

Kadir-i mutlak dilese rastgele tasarruf etme hakkına ve kudretine malik yegâne varlık olmasına rağmen bütünüyle sistematik ve bir disipline bağlı kalarak idare etmektedir evreni. Kaosların içinde kozmos saklar. Şerlerin içinde hayır umma imkânı yaratır. Parçada çirkin duranın bütünde güzele gark olabileceğini hatırlatır.

Yaşam kılavuzumuz Kuran insanın eşya ile kurduğu ilişki hakkında bize salık verir. Öncelikle mülkün asıl sahibine gönderme ile birlikte varoluşsal tayin yapılır. Vüs’at kazanırken cirm, cürm bulaşmamalıdır.

Ölüm yürüyüşü esnasında elde ettiği her türlü mülk karşısında insanoğlunun cahilliği ve nankörlüğü çeşitli ayetlerde yüzüne vurulur. “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘bu bana ancak bilgim sayesinde verildi’ der. Hayır, o bir imtihandır fakat onların çoğu bilmezler.”(Zümer/49)

İnsanın mülk edindiği her şeyinkendisi için bir imtihan hüviyeti kazandığı yukarıdaki ayette vurgulanmaktadır. İyelik eki ile ifade ettiklerimiz tam da o an bir sınav sorusuna dönüşmüştür. Sınav bitmeden elden çıkarılmış dahi olsamülkiyetin dünyevi bilinci uhrevi neticeyi belirleyecektir.

Mevzuya buradan bakıldığında,“fakirlik özgürlüktür” deyişi daha bir anlam kazanmaktadır. Rivayet odur ki İngiliz-Fransız savaşında fakir halk, işgale uğrayan kasabalardaki ufak tefek eşyalarını yanlarına alarak terk-i diyar eylemiş ve hayatta kalmayı başarmış ancak varsıllık sahipleri malikâneleri ve içindekileri bırakamayıp beklemeyi tercih etmişler. Eşyaya/dünyaya dönük bu esaretse onların hayatına mal olmuş. Bu sebepten varlığı sadece iktisat değil aynı zamanda iptila (bağımlılık yapan bir baş belası) perspektifinde değerlendirmeyi daha doğru buluyoruz.

“Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.” (Kasas / 77)

Çoğu zaman mal, önce yularını elinde tutanı ifsat etmekte; ardından da muhipten muhite dek çağı, iliklerine kadar fesada uğratan kullanışlı bir enstrümana dönüşmektedir.

Az ile yetinmek büyük kusur addedildiği için çoğa tamah eden insan, bolluğu yönetmekte sınıfta kalınca mülkün asıl sahibine karşı hadsizce ve şeytana öykünürcesine“beni sen azdırdın” suçlamasında bulunur. Oysa Kitab-ı Mübin karyamıza düşen iyiliklerinAllah katından geldiğini, kötülüklerin ise kendi ellerimizle işlediklerimiz ve tercihlerimiz sebebiyle vuku bulduğunu hatırlatır. (Nisa/79)

Fıtratı bozulmuş ilişkiler yaşıyoruz vesselam. Eşyanın kendisi başta olmak üzere kendimiz, ailemiz, çevremiz, evren ve dahi yaratıcıyla. Kamuflajlı ve riyakâr duygularla boğuşuyoruz. Âdemi beşerileştirerek ademe mahkum etmeğe çalışan bir çağın veletleriyiz. Tinsel hayal kırıklıklarımız, tensel saplantılardan mütevellit. Ne idüğü belirsiz bir sisin kesafetinde, kuşatılmışlığın zehrini ağır ağır soluyoruz. Doğaya yani vahye dönmedikçe bu savaşı kazanmamız olanaksız görünüyor. Ne buyurmuştu Zerdüşt: “Bir kimsenin aklının sahibi kimse/neyse rabbi (efendisi) de odur.”

Aklımıza mukayyet ol Allah’ım!