Öncelikle şunu belirteyim ki, uluslararası konularda uzman biri değilim. Takip ederim ama, pek bilmem. Ama, uzman kalemlerden çıkmış yazıları okur, ülkem, milletim ve ümmetin adına düşünür, kafa yorarım.
Tarihe 93 harbi diyen geçen, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşını bilirsiniz. Abdülhamit Han bu harbi hiç istememişti. Tahta çıktığında kendini öyle iç-dış ayak oyunlarının, iç içe geçmiş çapraşık ilişkilerin, dost postuna bürünmüş kurtların sofrasının tam ortasında bulmuştu. Politik tecrübesi de yoktu. Mithat Paşa hem kendi siyasi hatalarını örtmek, hem halk nazarında güçlü görünmek, hem de sultanlık merakını karşılamak için acemi padişah Abdülhamit’i tuzağa düşürüp, Osmanlı’yı savaşa sokmuştu.
Bilirsiniz, bir-bir buçuk yıl süren bu savaş bize oldukça pahalıya mal olmuştu. Yenilen Osmanlı Rusya’nın sadece savaş masraflarını karşılamakla kalmamış, oldukça çok topraklar da kaybetmiş, yetmemiş, binlerce muhacir yerini, yurdunu terk ederek Osmanlı topraklarına dayanmıştı. Çok zor günler geçirmişti Osmanlı.
Felsefesi, “savaşın kazananı olmaz” olan Abdülhamit, Osmanlı’nın kırılan belini düzeltmek için yıllarca çaba göstermek, olağanüstü mücadeleler vermek zorunda kalmıştı. Başarmıştı da…
Lakin, 1908 darbesiyle Abdülhamit’i deviren İttihatçılar hem yapılan onca yatırımı berbat etmiş, hem de ülkeyi paramparça etmişlerdi.
Bir de, 1897 yılında Teselya Savaşı var Abdülhamit’in. Bu savaşa da girmek istememesine rağmen Yunanlıların saldırmasıyla mecbur kalmıştı. Çok şükür ki başarıyla sonuçlanmıştı harp.
Niye anlatıyorum şimdi bunları. Günümüz gelecek olursak; Necip Fazıl, Abdülhamit’i anlamak her şeyi anlamaktır diyor. Doğrudur. Gerek konjonktürel şartlar, gerek iç-dış düşmanla mücadele, gerekse Türkiye’nin yeniden kendine gelme, kalkınma mücadelesi, Abdülhamit dönemi ile birebir aynıdır.
Yıllarca uyuyan/uyutulan, yeni yeni kendine gelmeye başlayan, yaşananları sorgulayan Türkiye’nin etrafı bir kez daha kuşatılmaya, kalkınma hareketi boğulmaya çalışılıyor. Sanki Batılı ülkeler aralarında Türkiye aleyhine anlaşmış gibi davranıyorlar. Belki de, yeni, post modern bir Haçlı Savaşı ile karşı karşıyayız, kimbilir.
Dikkat edin; mesele sadece Suriye değil, Türkiye’dir aslında. Suriye’yi hallettikten sonra sıranın bize geleceği, Güneydoğu’yu kopartıp, kendi kontrollerinde, İsrail’in çıkarlarına da zarar vermeyecek, PYD/PKK kontrolünde laik bir Kürt devleti kurdurmak istediği artık aşikar. Bunu görmemek için aptal ya da kör olmak gerek sadece.
Şu anda Türkiye, yıllar sonra yedi düvele kaşı ikinci bir bağımsızlık savaşı veriyor. Görüyorsunuz, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da sadece PKK/HDP terör örgütüne karşı değil, Almanya, Rusya, Sırbistan, Norveç… gibi bilumum ülkelere karşı da savaş veriyor. Hem de ne savaş… Gazetecilik adı altında bu ülkelerin ajanları Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da cirit atıyorlar. Dertleri; halkı ayaklandırmak, PKK/HDP’ye destek sağlamak…
Kürt halkı umarım üzerlerinde oynanan oyunu fark ederler. Şahların, vezirlerin bu savaşında, piyon olarak kalmaz, itiraz ederler.
Y a Suriye’de kimlerle çarpışıyor Türkiye? Rusya, İran, Irak, PYD, DEAŞ, ABD, İngiltere, Esed ve bilumum ülkeler…
Ülkeyi yönetenler de biliyor, Suriye’den sonra sıranın Türkiye’de oluğunu.
Peki ne yapmalı? Her şeye rağmen bütün riskleri göze alıp Suriye’ye girmeli, savaşmalı mı? Ya Abdülhamit’in dediği gibi, savaşın kazananı olmazsa? Pişman olursak. Pamuk ipliğine bağlı kamu düzenimiz, maliyemiz, askeriyemiz, dayanır mı buna? Rahata, konfora düşkün bir halk, bu haklı davayı nasıl anlar? Ya ülke bir iktidar değişikliğine mecbur kalırsa, kendinin bile himmete muhtaç olduğu bir muhalefetle nereye kadar gidilebilir? Öyle komik ki halleri, bir yandan parti binasına mescit yaptırıyor, diğer yandan da partililer namaz kılmasın diye nöbet tutuyorlar kapısında. Bu muhalefet bize değil, düşmana yarar ancak…Muhalefetin de bir seviyesi vardır, olmalı. Ama bizdeki muhalefet, görülen o ki, tam bir afet…
Peki, geri durup, tehlikenin bize bulaşmasını mı beklemeli acep? Afedersiniz ama, iki ucu da boklu değnek durumu bu…
Uzun zamandır özellikle ABD’nin bizi bir savaşın içine çekmeye çalıştığı belli. Dünyadaki en güvenilmez ülkelerden biri. Hatta, en önde gideni demek daha doğru bir tanımlama… Şimdiye kadar iyi direndik harbe girmemeye. ABD’nin derdi, her şeyiyle kontrol edebilecekleri, kendi menfaatlerine hizmet edecek bir Türkiye’yi inşa etmek. Gözleri o kadar kararmış ki, yapabilirse şimdiki şekliyle, yapamazlarsa bölüp, parçalayarak kendilerine bağlamak. Şu ana kadar PYD’ye niye destek verdi zannediyorsunuz; yalakalık yaptığı için değil mi? Şimdi de Rusya’nın botlarını yalıyorlar. Bilmiyorlar ki maşalar, işleri bitince kullanılıp bir kenara atılırlar. Lakin, olan yine bunu bir dava olarak görüp, ölen Kürt vatandaşlarına oluyor.
Ben karar veremedim savaş konusunda. Varın siz verin…