Geçen hafta yoğunluktan dolayı Artistik Bakış sayfamızı sizinle buluşturamadık. Ola ki bizi bu sayfalarda arayıp bulamamış dostlarımız varsa onlardan af dileyerek başlayalım söze…

Bu hafta -içimde kalmasın deyu- sizlere “Ertuğrul 1890” filmini yazacağım.

“Ertuğrul 1890” filmi geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Şu anda 321 salonda gösterimde. İlk 3 günde sadece 93 bin 444 kişi izlemiş.

İstatistikler önemli. En azından bazı filmler için önemli diyelim. Tarih gibi milletimizin çok çabuk heyecanlandığı konularda daha çok film çekilsin diye yalvarırcasına feryat ediyoruz.

2012 yılında “Fetih 1453” çekildi. İlk hafta sonu 1 milyon 161 bin 250 kişi izledi filmi. Toplamda ise 6 milyon 572 bin 618 seyirci sayısını yakaladı. Eğer “Düğün Dernek 2: Sünnet” filmi bu sayıyı geçemezse 1989’dan günümüze kadar en çok izlenen üçüncü yerli film olma özelliğini sürdürecek.

Ben bu rakamlara bakarak çok rahat bir şekilde tarihî filmleri sevdiğimiz sonucunu çıkarabilirim. Hem de tek film üzerinden. Peki, “Ertuğrul 1890” neden tutmadı? Daha doğrusu, neden seyirciyi salonlara çekemedi?

Belki çok fazla değil ama, ben bu konuda devlet desteğinin ön plana çıkarılmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Filmin her sahnesinde bu devlet desteğini hissedebiliyorsunuz. Diyaloglar ile süslenilmeye çalışılan ve ‘büyük devlet’, ‘yardımsever devlet’ imajının gözünüze sokulmaya çalışıldığı bir durum söz konusu.

Bir devlet, film karakterleri ısrarla vurguluyor diye büyük ya da küçük olmaz. Hikâyede var olan öğeler ile devletinizin büyüklüğünü yeterince vurgulayabilirsiniz zaten.

“Ertuğrul 1890” eğer sadece Ertuğrul firkateyninin Japonya’ya gitmesini ve orada sulara gömülmesini konu edinmiş olsa çok daha başarılı bir film olabilirdi. Kötü oyunculuklara rağmen hem de…

Hikâyenin Japonya’daki bölümü bitince kendimizi birdenbire 1985 yılı İran’ında buluyoruz. İran-Irak savaşının yaşandığı o günlerde Türkiye büyükelçiliğinde çalışan Murat ile Japon okulunda öğretmenlik yapan Harumi’nin yarı aşk yarı hayranlık dolu hikâyesine dâhil olmuş buluyoruz. Japonya’nın yıllar önce yapmış olduğu iyiliğe karşılık Türkiye’de bombalar altındaki İran’a Japonları almak için uçak göndererek karşılık veriyor.

Onlar bize iyilik yapmıştı biz de onlara iyilik yaptık. İki devlet de çok yardımsever. Aralara da duygusal sahneler serpiştirip, filmi de baştan sonra orkestra müziğine boğarsak bu film tutar… mı? Tutmaz. Başbakan da gelse, Kültür Bakanı da izlese, Milli Eğitim Bakanı tüm çocuklar sinemada izlesin diye okullara yazı da gönderse tutmaz. 2 ay sonra unutulur.

Filmin sadece Japonya bölümü, sadece İran bölümü bile başlı başına bir film olmaya yetecek kadar heyecanlı zaten. Ben Affleck’in oynadığı “Argo” filmini hatırlar mısınız? İran’daki Japonların kurtarılış hikâyesinden birkaç “Argo” çıkabilirmiş mesela. Ne kadar da güzel olurdu.

Türkiye’nin diplomatik hamlelerle yurtdışında kaydettiği o kadar çok kurtarma operasyonu var ki… Bunların hepsinin filmi çekilse yeridir. Ama bunun yerine tek bir filmde senaryonun sığlaşmasına neden olacak şekilde iki ayrı olayı birleştirmek filme zarar vermekten başka bir şey yapmamış. İran’daki kurtarma operasyonunda kurtarılanlardan Satoru isimli Japon 14 yıl sonra yaşanan Marmara depremi sırasında Türkiye’ye 5 milyon Yen yardımda bulunmuş. Bari bunu da filme ekleselermiş. Murat’ın torununu da görürdük belki…

Oyunculuklar konusunda bir şey demeyeyim diyordum ama böyle bir projede neden seyirciyi heyecanlandıracak başarılı ve dahi popüler isimlerle çalışılmaz, onu da anlamış değilim. Alican Yücesoy ve Kenan Ece maalesef böyle bir filmin yükünü kaldıramamış. Kenan Ece’nin hem 1890 yılında hem de 1985 yılında karşımıza çıkması zaten ayrı bir felaket…

Huysuz dedeler gibi durmadan eleştirdiğimin farkındayım. Geminin alabora olduğu sahneleri beğendim. Denizde dalgalarla boğuşulan sahneler beni bir Piri Reis, bir Barbaros Hayreddin Paşa filmi de izler miyiz acaba hevesiyle coşturdu.

Filmin logosunu da çok beğendim mesela… Ama beğenilen şeyler, asıl beğenilmesi gereken şeylerin gerisinde kalınca hem sinema hem de gişe açısından ortada bir hüsran oluyor ister istemez.

Ama olacak inşallah.