Türkiye bu günlerde son yüzyıllık Cumhuriyet tarihinin gördüğü en şiddetli saldırılardan biriyle karşı karşıya. Üzerinde yaşadığımız topraklar, tüm Âlem-i İslam’ın umudu olan ülkemiz büyük bir hesaplaşmaya, tarihi bir mücadeleye şahitlik ediyor. Bu mücadelenin, hesaplaşmanın bir tarafında Türkiye ve milletimiz, diğer tarafında ise Türkiye düşmanları ve onların piyonları var. Küresel güçler yine hep yaptıklarını yapıyorlar ve ellerini ateşe sokmayıp maşalarını kullanıyorlar. PKK’sı, DHKP/C’si, MLKP’si, Fethullah’çısı, Doğan medyası oluşturdukları büyük ittifakla Türkiye’ye diz çöktürmek, milletimizi teslim almak istiyor. Bakmayın siz onların Erdoğan’a yönelik öfke ve düşmanlıklarına. Onların asıl düşmanlıkları ekonomik ve siyasi olarak bağımsızlaşmaya başlayan,  artık bölgesel ve küresel bir aktör olma yönünde ilerleyen Türkiye’yedir.

Türkiye şu an adeta Mısır’ın yaşadıklarını yaşıyor. Erdoğan’a yapılanlar ile Mursi’ye yapılanlar arasında aslında hiçbir fark yok. Mısır’da yaşananları tekrar hatırladığınızda, Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmasının ardından meydana gelen gelişmelere daha yakından baktığınızda hem Mısır’a hem de Türkiye’ye oyun kuran merkezin aynı olduğunu, dün Mursi’ye yapılanın bir benzerinin bugün de Erdoğan’a yapılmak istendiğini net bir şekilde görüyoruz.

Mursi de önce tıpkı bugün Erdoğan’ın maruz kaldığı büyük bir algı operasyonuyla karşı karşıya kalmış, medya ve çeşitli iletişim kanalları vasıtasıyla önce itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştı. Diğer taraftan da Mısır ekonomisinin zayıflatılması, Mısır devletinin krizlerle boğuşması için büyük bir çalışma başlatılmıştı. Sonunda da Mursi’nin devrilmesi için şartların oluştuğunu düşünen küresel güçler düğmeye basarak piyonları vasıtasıyla Mısır’ı teslim almışlar, Mısır halkının iradesini temsil eden Mursi’yi ise zindana atmışlardı.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu saldırıyı daha iyi tahlil edebilmek için MalcomX’in dediği gibi kuklalardan ziyade asıl kuklacıya odaklanmamız, topraklarımızda yaşanan hesaplaşmayı yerel değil; küresel bir perspektifle okumalıyız. Yıllardır dünyayı, özellikle de Âlem-i İslam’ı sömüren küresel güçler işleyen dünya düzeninin sekteye uğramasını istemiyor. Bundan dolayı da dün nasıl yerli piyonları aracılığıyla Mursi’nin Mısır’ına,  Gannuşi’nin Tunus’una saldırdılarsa bugün de Erdoğan’ın Türkiye’sine saldırıyorlar. Ayrıca Mursi de Gannnuşi de Erdoğan da bugün Âlem-i İslam’ın askeri, despotik rejimlerden kurtulup özgürleşmesi için verdiği mücadeleyi, direnişi temsil ediyor.

Hepimiz artık anlamalıyız ki Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu saldırı sadece Erdoğan’a yönelik bir saldırı değildir. Her türlü kanlı ve alçak yöntemin kullanıldığı bu savaş sadece Türkiye’nin değil; aynı zamanda ümmetin de savaşıdır. Türkiye kazanırsa tüm ümmet kazanacak, kaybederse de tüm ümmet kaybedecektir. Bu yazıyı kaleme aldığım Karadağ’ın başkenti Podgorica’da sohbet ettiğim Müslümanların Türkiye’de yaşananları nasıl bir tedirginlikle takip ettiklerini, Erdoğan için ettikleri içten duaları gördüğünüzde Türkiye’de yaşananların sadece Türkiye’yi değil; tüm Ümmet-i Muhammed’i ilgilendirdiğini daha iyi fark ediyorsunuz.

Artık Türkiye’de iki saf vardır. Biri milletimizin, Türkiye’nin safı diğeri de millet ve Türkiye düşmanlarının safıdır. Bundan sonra ilk olarak yapmamız gereken durduğumuz yeri net bir şekilde belirlemeli, daha sonra da bu tarihi mücadelede Âlem-i İslam’ın umudu olan Türkiye’yi ve aldığı yüzde 52’lik oyla milletimizin iradesini temsil eden Erdoğan’ı savunmak için safları daha da sıklaştırmalıyız.