İstanbul’da 15 Mayıs 2019 tarihinde açılan ve 1 Haziran’a kadar saat 11.00-24.00 arasında kitapseverleri ağırlayacak olan fuarlara, Sultanahmet’te 200, Büyük Çamlıca Camii’nde ise 120 yayınevi katılıyor (1). Kitabın ve okumanın önemini Prof.Dr. Yasin Aktay’ın iki yazısına havale ederek, (2) üstat Cevdet Said’in 38. Kitap ve Kültür Fuarı’nda okuyucuyla buluşan “Şiddet Erdemi Öldürür” isimli eserini tanıtmak istiyorum (3).

Şiddetin erdemi boğmasına seyirci kalmamak

Şubat 1931’de Suriye’nin Kuneytıra bölgesinde Cûlân tepesinin eteğinde kurulu Bi’ru’l-Acem köyünde doğan Çerkes asıllı mütefekkir Cevdet Said’i, Suriye’de Nisan 2011’den itibaren devam eden kirli savaş sebebiyle muhacir olarak geldiği İstanbul’da doksana yakın sohbet ve konferansını eş zamanlı tercüme ederken yakından tanıdım. Mayıs 2017’den itibaren de Diriliş Postası gazetesinde haftada bir yayımlanan 95 köşe yazısını Arapçadan Türkçeye tercüme ettim. Elinizdeki bu eser üstadın işte bu köşe yazılarından seçilen kırk kadar makalenin gözden geçirilerek birleştirilmesinden oluşmuştur. Tercümelerin hem Arapça aslına sadık hem de okuyucuyu yormayacak şekilde akıcı ve anlaşılır olmasına gayret ettim. Konuların daha iyi anlaşılmasında yardımcı olacağını düşündüğüm kısa açıklamaları dipnotlar halinde ekledim.

Eserde özgün bir bakış açısıyla incelenen konuları şu şekilde özetleyebiliriz: Şiddete karşı ilim yolunu tutmak, batılın değil hakkın güçlü ve kalıcı olduğuna inanmak, insanlığı adaletle ayakta tutma farzını el birliğiyle ifa etmek, olağanüstü hâl uygulamalarını olağanlaştırmamak, toplumsal işlerde “şûra” emrine riayet etmek, İslâmî hareketi şiddet sarmalından çıkarmak, silahların ve savaşın sorun çözme kabiliyeti kalmadığını anlamak, kötülüğe iyilikle karşılık vermek, barış, güven ve huzur için Allah’ın tavsiyelerine güvenip uygulamak, düşünme ve öğrenme kültürünü yaygınlaştırmak, iyilik, fedakârlık, af ve barışçıl eylem yöntemini benimsemek, tarihin tecrübesinden ve ibadetlerin kural oluşturma rolünden istifade etmek, tevhidin ve şirkin sosyal boyutunu görmek, uyanışı gerçekleştirip Müslüman halkların birliğini tesis etmek…

Atalar mirasını kutsama hastalığından kurtulmak

Doksanına merdiven dayamış Cevdet Said’in Arapçadan çevirdiğim makalelerini kitaplaştırırken esere yazdığım takdimi dikkatinize sunuyorum:

Allah’ın kitabına inanan ve Son Nebi’nin izinden giden çoğu Müslümanların bile şiddete başvurmanın etkili bir sorun çözme yöntemi olduğunu peşinen varsaydığı bir dünyada Kur’an’ın en iyi yöntem olarak insanlığa takdim ettiği af yönteminin işe yarayacağını içtenlikle kabul edenlerin azlığı yadırganmamalıdır.

Atalarından miras kalan davranış kalıplarını kutsal bir emanet gibi muhafaza etme tutumları, insanlara dosdoğru yolu gösterme vazifesiyle aralarından seçilerek vahiyle desteklenen enbiyanın önüne çıkan en katı psikososyal duvarı oluşturmuştur. Bu olgu maalesef tarihte kalmış da değildir. Günümüzde de Son Nebi Muhammed Aleyhisselam’ın tebliğ etmiş olduğu Kur’an vahyinin insanlığın çok boyutlu problemlerine kalıcı çözümler sunan diriltici mesajlarına bireyleri ve toplumları kör ve sağır eden etkenlerin başında aynı sosyal hastalık gelmektedir.

Bırakınız diğer toplumları Müslüman toplumlar bile Allah’ın âfak ve enfüse (dış ve iç âleme) vazetmiş olduğu kanunları keşfedip onlara uygun davranmak suretiyle birey ve toplum olarak gelişmek ve ilerlemek yerine, babalarından görüp alışkanlık halinde sürdüregeldikleri âdetlere körü körüne yapışıp geri kalmayı yeğlemektedir! Oysa kurtuluşumuz ecdadımızın değil nebilerin yolunda “Enbiyanın Sonuncusu”nun güzel örnekliğinde yürümektedir:

“Ve onlara “Allah’ın indirdiğine ve Rasûl’e gelin!” denildiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz inanç bize yeter!” diyorlar. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse de mi?” (Mâide 5:104). Dahası insanlar ecdadından tevarüs eden gelenekleri Allah’ın emri zannetmektedirler:

“Ve ne zaman çirkin bir iş işleseler, (hemen) “Biz atalarımızı da bu iş üzerinde bulduk; demek ki bunu bize Allah emretmiş” derler. De ki: “Şu kesin: Allah çirkin bir şeyi emretmez! Yoksa Allah’a hiç bilmediğiniz bir şeyi mi yakıştırıyorsunuz?” (A’râf 7:28).

“(Yönetici seçkinler Musa’ya) dediler ki: “Sen, bizi atalarımızı üzerinde bulup izlerini takip ettiğimiz yoldan çevirmeye ve bu şekilde kendinize ülkede iktidar yolunu açmaya mı geldin? Fakat biz, her ikinize de asla inanacak değiliz.” (Yunus 10:78).

“Onlar şöyle dediler: “Ey Sâlih! Doğrusu sen, bundan önce içimizde (hep) gelecek vaat eden biriydin. Şimdi kalkıp sen bizi atalarımızın kulluk ettiği şeylere tapmaktan mı alıkoyacaksın? Ama şunu iyi bil ki, biz senin davet ettiğin şeye dair şüphe içindeyiz” demişlerdi; mütereddit bir hâlde…” (Hud 11:62).

“Ey Şuayb, dediler, “Atalarımızın taptıklarını ya da mallarımız üzerinde isteğimize göre tasarrufta bulunmayı terk etmemizi, senin salâtın mı emrediyor? Oysa (bizce) sen oldukça uyumlu/hoşgörülü ve olgun/akıllı bir adamsın!” (Hud 11:87).

“… Onlar şöyle cevap verdiler: “Atalarımızı onlara (heykellere, putlara) kulluk eden birileri olarak bulduk!” Dedi ki: Doğrusu siz de, atalarınız da başından beri açık bir sapıklık içindeymişsiniz!” (Enbiyâ 21:53-54).

“(Onlar): “Hayır, ama biz atalarımızı böyle yapar bulduk.” dediler!” (Şu’arâ 26:74).

“İşte böylelerine “Allah’ın indirdiklerine uyun!” denildiğinde; “Asla! Biz sadece atalarımızın hayat tarzına uyarız!” derler. Ne yani, şeytan onları dehşetli bir ateşin azabına çağırmış olsa da mı (bunda ısrar edecekler)?” (Lokman 31:21).

“Mesajlarımız onlara bütün açıklığıyla aktarıldığında, (hakikati inkâra şartlanmış olanlar birbirlerine:) “Bu (Muhammed) sizi atalarınızın taptıklarından vazgeçirmeye çalışan biridir sadece!” derler. Ve “Bu (Kur’an, insan tarafından) uydurulmuş bir safsatadan başka bir şey değildir!” d(iye de ekl)erler. Ve (son olarak) hakikati inkâra kalkışanlar, hakikat kendilerine ulaştığında, onun için; “Bu, büyüleyici güzel bir sözden başka bir şey değildir!” derler.” (Sebe’ 34:43).

“Ama hayır! Onlar, “Atalarımızı geleneksel bir inanç üzerinde bulduk; kesinlikle biz de onların izinden giderek doğru yolu bulabiliriz” diyorlar. İşte böyle: Biz senden önce hangi beldeye bir uyarıcı göndermişsek, oranın refah içinde şımarmış seçkinleri hep şunu söylediler: “Biz atalarımızı geleneksel bir inanç üzerinde bulduk; şu hâlde bize düşen onların izini takip etmektir.” (O nebiler de): “Ne yani, ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz yoldan daha doğrusunu göstersem de mi?” dedi(ler)…” (Zuhruf 43:22-24).

Hakkın gelince batılın yok olup gitmeye mahkûm olduğuna inanmak

Büyük mütefekkir Cevdet Said’in olayları yorumlayış tarzına örnek olarak kitaptaki ikinci makalesinden kısa bir iktibas yapmamız yeterli olacaktır:

“İnsanlar üzerinde baskı kurmadan onların hakkı benimsemeyeceğini zannetmeye başladığımız andan itibaren iltibas yani hakkı batılla karıştırma hastalığına yakalandık! Hakikat hakkında ne kadar kötü zanlara kapılmışız! O kadar ki, hak ile batıla fırsat eşitliği tanındığında batılın üstünlük kuracağına inanır olduk! Kâinat ve varoluş yasalarını yanlış anlayarak; batıl ortaya çıkarsa hakkın yok olup gitmeye mahkûm olduğunu zannetmeye başladık! Hem de Kur’an çok açık bir ifadeyle; “Yine de ki: Hak geldi, (sahte ve tutarsız olan) batıl ise yıkılıp gitti.” buyurduğu hâlde! Hepsi bu kadar da değil, Rabbimiz şunu da ilave edip dururken biz yanlış inanışlara saplandık:

“Çünkü her batıl zaten yıkılıp gitmeye mahkûmdur!” (İsra 17/81). Zira batılın hakkın karşısında durabilme kabiliyeti yoktur. Aynı şekilde karanlığın da ışık geldiğinde var kalabilme kabiliyeti yoktur. Allah’ın kâinata koyduğu yasa budur. İliklerimize kadar işlemiş olan bilinçsiz anlayış, nazarımızda hak ile batılın karışmasına yol açmıştır. Oysa Allah Teâlâ bize açıkça şu uyarıyı yapmaktadır:

“Hakkı batılla karıştırmayın ve bildiğiniz hâlde hakkı gizlemeyin!” (Bakara 2/42). (Bu uyarıya kulak asmayan) insanları da Allah Teâlâ şu şekilde kınamaktadır: “Niçin hakka batıl elbisesi giydirip de bildiğiniz hâlde hakikati gizliyorsunuz?” (Âl-i İmran 3/71). (s.15).

Şayet hakkın baskı ve zulme maruz kaldığını görüyorsak, ortada saf bir hak değil hakkın batıla bulanmış bir şekli duruyor demektir. Bu karışıklığı ruhumuzdan söküp atmalıyız. Zira öz benliğimizde ortaya çıkmayan değişim dış gerçekliğimizde de ortaya çıkmayacaktır. Biz, insanlara seçme özgürlüğü verilirse Allah’ın seçimleri kaybedeceğini zannediyoruz! Oysa seçimleri kaybedecek olan biziz, Allah değil hâşâ! Ne var ki, batıl arzularımız yüzünden hak algımız bulandı ve Allah hakkında suizanda bulunduk, ona yalan isnat ettik, Rabbimize iftira attık! İşte böylece Allah’ın dosdoğru yolundan saptık ve saptırdık! (s.16).

Mademki batıl yıkılıp yok olmamış, bilakis onu iktidar koltuğuna ya da minbere kurulmuş görüyoruz, bu demektir ki onun karşı karşıya kaldığı şey kesinlikle hak değil, bilakis başka kılığa girmiş batıl ya da batıla bulanmış haktır! Çünkü hak; Allah’ın izniyle ve onun koymuş olduğu kanunlar gereğince karşısında batılın asla duramayacağı bir gerçekliktir.

Zanna kapılıp karıştırdığımız bir başka husus; hakkın daima kendisine yardımcı olan bir kuvvete muhtaç olduğu, kas gücü desteği bulmaksızın açığa çıkamayacağı ve ayakta kalamayacağı kuruntusudur!

Nebilerin getirdiği yöntem; silahın ve gücün kitaba ve ilme mahkûm olmasıdır, kitabın ve ilmin silaha değil! Hak, güç karşısında üstün ve öncelikli konumdadır. Güç ve silah kullanarak hak ve doğruluk toplumu inşa etmek isteyenlerin zannettiği gibi güç; hak karşısında üstün ve öncelikli değildir.

Biz bugün hakkı layık olduğu konumuna iade etmeye muktedir değiliz. Çünkü hakkı çiğneyip gücü üstün tuttuk! Hakkı çiğnediğimiz için gerek yerel gerekse küresel planda gücün rezil rüsva ettiği kimseler olduk! Bir an olsun hakkın saygınlığının bilincine eremiyoruz. Bilakis, gücün hakkı üreteceği hayal ve kuruntusu altında ezilmiş durumdayız. Düşüncelerinin gücün desteği olmadan başarılı olamayacağını sananlar, güç olmadan hakkın salt hurafeden ibaret olduğuna inanıyor demektir (s.17).

Kendimize rağmen yakında uyanacağız; afaki ve enfüsi ayetlerin Kitab’ın ayetlerini nasıl doğruladığına şahitlik edeceğiz:

“Vakti geldikçe insana, kâinatın uçsuz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi iç dünyasında mesajlarımızı göstereceğiz. Ta ki bu vahyin tartışmasız bir gerçek olduğu herkes için ortaya çıksın. Her şeye şahit olan senin Rabbin (insana) yetmedi mi?” (Fussilet 41/53). (s.18).

Bilgi, erdem ve ahlakı kuşanmak, af kültürünü yerleştirmek

Cevdet Said’in Türk dilinde yayımlanan son eserini tanıtan bu yazımızı, yayınevi editörünün arka kapak yazısıyla noktalayalım:

“Cevdet Said, Şiddet Erdemi Öldürür kitabında ele aldığı konuyu anlatmak açısından kendine özgü bir yorum tarzı sunuyor. Dünyadaki gelişmeleri eleştirel bir gözle değerlendirerek kısa ve özlü bir anlatı sunuyor. Savaş, silahlı mücadele, devrim, terör eylemleri vb. şiddetin siyasi gerekçelerini, örgütlü suçları da içerecek biçimde, şiddet sarmalının çeşitli boyutlarını irdeliyor.

Aktüelliğin içinden yola çıkarak şiddetin dünyadaki mevcut siyasi, ekonomik ya da kültürel düzenle bağlantısı ve nasıl ortadan kaldırılması gerektiği üzerinde de duruyor. Şiddetin ortadan kaldırılmasına odaklanan kitabın temel vurgusu, bilginin, erdemin, ahlakın ve af kültürünün yerleştirilmesidir. Şiddeti normalleştirmek yerine afaki ve enfüsi ayetlerin okunmasına dayanan yeni bir kavrayışın icat edilebilirliğini tartışıyor. Böylece şiddeti anlamaya ve ondan kurtulmaya yönelik sağlam bir kılavuz ortaya koyuyor.

Tek hamlede cevaplanması sanıldığından daha zor sorularla ilerleyen Şiddet Erdemi Öldürür, bakış açımızı tekrardan sorgulamamıza ve değiştirmemize neden olan kısa ama etkili fikrî uyarılarla dolu. Kitap, hem günümüz dünyası için bir ilham kaynağı hem tartışmanın odağı hem de yazarın farklı yönlerdeki açılımları için önemli duraklardan biri.”

Cevdet Said’in Pınar Yayınları’ndan çıkan bu on birinci (Türk dilinde on üçüncü) eserinin; hakikati ‘sâbık olan’da değil Allah’ın vahyine ‘sâdık olan’da bulabileceğimizi, atalar geleneğini körü körüne taklit etmekle hiçbir değer üretemeyeceğimizi, öncekilerin yanlışlarının sonrakilere mazeret teşkil etmeyeceğini ve şiddet yoluyla hiçbir sorunumuzu çözemeyeceğimizi derinden idrak etmemize katkı sağlamasını ümit ediyorum.

Allah’ın dosdoğru yolunda ve elçilerinin tertemiz izinde sürdürmemiz gereken yürüyüşümüzde istifadeye medar olması duasıyla…

Kaynaklar:

/38-turkiye-kitap-ve-kultur-fuari-istanbulda-acildi/Yasin AKTAY, “Okumakla Göze Alınan Risk”, www.yenisafak.com/yazarlar/yasinaktay/okumakla-goze-alinan-risk-2050449, 22.05.2019.Cevdet SAİD, Şiddet Erdemi Öldürür, Çeviren: Fethi Güngör, Pınar Yay., İstanbul 2019, 160 s.Cevdet SAİD kitapları: http://pinaryayinlari.com/arama.php

CEVDET SAİD, YASİN AKTAY, ŞİDDET, ERDEM, 38. KİTAP VE KÜLTÜR FUARI,