Katalonya’nın İspanya’dan ayrılması sevindirici bir haber değildir. Kanaatimce Kuzey Irak’ta da durum aynıdır. Yeniden ulus devlet düşüncesine dönmek asla dünyanın yararına değildir. Avrupa Birliği gibi büyük ittifakların çözülüp dağılmasının halklara bir yararı olamaz. Diğerleriyle dayanışma içine girmeden hiçbir ulus devletin bu dünyada tek başına yaşayabilmesi de mümkün değildir. Bu bağlamda ulus devlet düşüncesi önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsanlık tarihi boyunca kavimler genellikle büyük imparatorlukların parçaları olmuşlardır. Bu uygulamada kavimler siyasi değişimlere daha kolay uyum sağlıyordu. Ancak ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla belirginleşen kavmiyet temelli sorunlar, anayasa ve kanunların yapılmasıyla Batı ülkeleri başta olmak üzere bazı devletlerde en az düzeye çekilebilmiştir. Mesela on yıllar boyunca süren çatışmalardan sonra Güney Afrika uyum içinde bir arada yaşama modeli sunabilmiştir.

Kavmiyeti esas alan ulus devlet düşüncesi pratikte felaket düzeyinde birçok tehlikeyi bünyesinde barındırmaktadır. Mesela dış savaşlar… Kavmiyetçi ve ayrılıkçı hareketlerin yol açtığı hummalı çatışmaların nelere yol açtığını, halkların yaşadığı felaketleri ve katliamların ulaştığı boyutları birinci ve ikinci dünya savaşlarında, öncesinde ve sonrasında bütün bir dünya olarak hep birlikte tecrübe ettik. Yok yere çok fazla kanın döküldüğü bu çatışmalarda dinlerin nasıl istismar edildiğini; kendi ayakları üzerinde durmaya mecali olmayan zayıf, küçük ve çarpık devletçiklerin nasıl pıtrak gibi türediğini hep birlikte gördük.

Bazen bunun tersi de olur. Katalonya, Kuzey Irak ya da daha önce Güney Sudan örneklerinde olduğu gibi doğal kaynaklar açısından zengin bölgeler ayrılıp yalnız olmayı arzu edebilir. Nitekim yakın geçmişte bir gün Güney Sudan Devleti’nin doğumuna uyanmıştık. Ama bu ülkenin sorunları bugüne kadar çözülebilmiş değildir. Bilakis durum daha da kötüye gitmiştir. Bölge halkı iç çatışmaların kaynaklık ettiği süreğen bir toplumsal felaketle boğuşmaya devam etmektedir.

Ulus devletlerin hikâyesi genellikle ekonomik ya da politik tamahkârlıklarla başlar. Bu yüzden daha ilk aşamada etnik, dinî ya da hem etnik hem dinî temizlikle işe başlanır. Yeni doğmuş ulus devletin yeni toplumsal dokusu bu şekilde örüldükten sonra komşu ülkelerle sınır savaşları başlar. Sınır savaşları da sona erdikten sonra iç çatışmalar aşamasına geçilir. Zira bir kavmi esas alan bir ulus devletin demokratikleşmesi asla mümkün olmaz. Zaten böyle medeni yolları benimsemiş olsalardı iş bu vartaya ulaşmaz, daha baştan ırk ve kavmiyet temelli bir ayrılıkçı harekete hiç tevessül etmezlerdi.

Milliyetçi kavram ve söylemlerle özgürlüğe ulaşabileceğini zanneden her kişi ve hareket yanılgı içindedir. Zira böyle bir örnek daha önce bu gezegende hiç yaşanmadı. Ayrılıkçı düşünce ve hareketlerin halklara asla hayır getirmediğine tekrar tekrar şahit olmaya da devam ediyoruz. Bu hareketler sadece belli politikacıların çıkarlarını gerçekleştirmeye hizmet etmekte, ayrılıkçı düşüncelerden sadece onlar yararlanmaktadır. Böylece yoksul bedenler üzerinde baskıcı monarşiler kurulmaktadır.

Gelişmiş ülkelerin tecrübelerinden yararlanmak zorundayız. Ortadoğu’da bozulan ilişkilerimizi tamir etmek ve halklarımız arasında yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan yeni bir oluşumu birlikte inşa etmek zorundayız. Adaleti ve insani değerleri esas alan yeni bir sistem… Zira hep birlikte yüz yüze kaldığımız krizleri çözecek anahtar budur…

Çeviri: Fethi Güngör