Ekonomi eğitimi ve bu alanda ihtiyaç duyulan kadroların en yetkin şekilde yetiştirilmesi meselesi, belki de önümüzdeki birkaç yıl için en acil konulardan biri olarak ele alınmayı bekliyor.

Geleneksel ve sosyal medya aracılığı ile her gün onlarca ekonomist ünvanlı yeni isimle tanışıyoruz. Birçoğu kısa vadeli yatırım araçlarına ve iş dünyasına ilişkin yorumlar/tahminlerle halkı etkilerken bazıları ise felaket senaryoları ile meşgul.

Nobel ödüllü (2008) Paul Krugman tarafından "iniş-çıkış ekonomistleri" olarak tanımlanan bu sınıf ne yazık ki, sayıları çok az olan ve ciddi akademik çalışmalarda bulunan akademisyenlere göre çok daha güçlü bir itibara sahipler. Sebebiyse ciddi çalışmaları olan akademisyenlerimize göre bu işlere ayırabilecekleri çok daha fazla vakitlerinin olması ve kullandıkları kolay anlaşılır, sade dil ile sokakta konuşulanlara fazlaca hâkim olmaları.

Ekonomi eğitimi gelişmiş ülkelerde üzerine titrenilen bir meseledir. Dünyanın sayılı okulları olan Cambridge, Harvard, MIT, London S.E, Standford, Chicago, Oxford, Yale, Princeton gibi üniversitelerin ekonomi bölümleri zamanın dengelerini ve seyrini değiştiren çalışmalarına hız kesmeden devam ediyorlar.

Gel gelelim ülkemizdeki üniversitelerin ilgili bölümlerinde, ne yazık ki ana akım iktisat literatürünün öğretilmesinden ibaret, genelde yeni bir şey üreten değil, var olanı sınırlı şekilde ezber ettiren bir eğitim anlayışı hâkim.

1969'dan beri iktisat alanında Nobel alan seksenden fazla iktisatçıdan bir elin beş parmağından fazlasının adını sayıp, (ekonomi dünyasını değiştirmelerine rağmen) hangi alanda çalışmalar yaptıklarına dair ezber olmayan, mantığın anlaşıldığını hissettiren, tutarlı birkaç paragraflık dahi olsa bilgi verip yorum yapabilecek yeni mezunlarla karşılaşmıyoruz. Hep aynı ezber cümleler karşımıza çıkıyor...

(Diğer yandan yaptığım bir çalışma sonucu ulaştığım bir başka tuhaflık ise Nobel ödüllü iktisatçıların hepitopu yirmisinin eserlerinin dilimize çevrilmiş olması. Bunu da ayrı bir garabet olarak buraya not düşmüş olayım.)

Konumuz sadece lisans eğitimi değil elbette. Bir de ekonomi alanındaki yüksek lisans ve doktora çalışmaları var. Yapılan tüm yüksek lisans ve doktorlara ilişkin tezler, sahibinin izni varsa tez.yok.gov.tr’de ücretsiz yayınlanıyor. Birkaç büyük devlet ve vakıf üniversitesin, ağırlıklı olarak doktora tezleri ve nadiren yüksek lisans tezleri haricinde ortaya çıkan çalışmalar ses getirmiyor.

Yukarıda saydığımız üniversitelerde görev alan akademisyenlerin hayatlarını incelediğimizde ne denli ağır çalışma programlarıyla yaşamlarını sürdürdükleri, öğrenci yetiştirme hususunda ne kadar kararlı, disiplinli ve bir o kadar fedakâr oldukları, ezberci değil sorunlara çözüm ya da mevcut şartların daha iyisini arayan bir perspektifle işlerine sarıldıklarını görmek mümkündür...

Ekonomi, Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği üzere bir doğa bilimi olmadığı gibi bizde olduğu gibi kısmi ezberlerle günün kurtarılacağı bir sosyal bilim de değildir.

Doğa bilimlerinden ayrıştığı gibi aynı ailede olduğu sosyal bilimlerden de ayrışır. Kendine has bir döngüsü ve bitmek bilmeyen dönemleri vardır. Ana teoriler krizler üzerine ve çare bulmak adına ortaya çıkar. Zamanla katkılar yapılarak geliştirilir. Fakat krizler, salgılar, savaşlar, teknoloji gibi etkenlerle ömrü tükendiğinde yeni bir ana teoriye ihtiyaç duyulur. Merkeze alınıp denenir ve yaralara derman olması halinde bu defa onun geliştirilme süreci başlar. Bazen eski teoriler zamanın gereklerine göre türevlendirilir bazense devrim niteliğinde değişimler yaşanır.

İşte biz tam olarak böyle bir devrim sürecinden geçiyoruz. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD'nin gücünü kaybettiği, rezerv paranın sorgulandığı, Batı'nın hızla gerilerken Asya'nın hızla öne çıktığı, akıl almaz bir hızla dünyanın dönüştüğü bir dönem.

Bu muazzam değişimde ülkesinin ekonomisine yön verecek, yeni modellemeler yapacak, masadan hakkını isteyecek kadroların yetiştirilmesi son derece önemli.

Batı'nın dogma haline gelmiş ezberci iktisadi bilgilerinin sınırlı perspektifinden kurtulmanın yolu; önce onları çok iyi anlamaktan, kanun kabul edip ezberlemek yerine iyice inceleyip yöntem ve modelleme tekniği geliştirmekten, ardından da taklidi bırakıp kendi milli menfaatlerimize uygun bir sistem kurmaktan ve bunu bölgesel/kıtasal/küresel iş birlikleri ile desteklemekten geçiyor.

Bunu başarmak ve bu kazanımların kalıcı hale getirmek için ise çok iyi iktisatçılar yetiştirmek lazım ki bunun da çaresi yukarıda detaylıca açıkladığımız üzere eğitim faaliyetlerinde saklı. Bu tarife uyan ekonomistlerin/iktisatçıların yetiştiği kamuda, özel sektörde ve akademi dünyasında görev aldığı bir Türkiye'nin neler başaracağını yarım saatliğine hayal etmek bile insana çok büyük bir keyif veriyor…