Bugün herkesin gözü önünde yapılan bir yanlışlığın yine herkesin gözü önünde konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bizlerin ortak tabularını, inancını ve eğilimlerini ortadan kaldırıyorlar. Bazılarımız “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” deyip bunları görerek köşelerinde sessizce ve eylemsizce beklerken; bazılarımızın ise bunları görmeye mecali kalmamış durumda. Ama şimdi soru sorma ve bunları konuşma vaktidir. Geçmiş yazılarımda size “birbirimize karşı samimiyetin ölümü“nden bahsetmiştim bugün ise nerden geldikleri bilinmeyenler tarafından ortak değerlerimizin öldürülmesini anlatmak istiyorum. Gerçeklerin kıymetini estetik planda göstermeye çalışmak istiyorum, George Orwell’ın Hayvan Çiftliği’ni bize uyarlayıp “onlarlaşma” temayülünü satirik dille anlatmak istiyorum ama buna ne zamanımız var ne de enerjimiz…

Tarih boyunca görmüşsünüzdür ne zaman Türkiye sistem adına köklü bir değişiklik yapmaya kalksa ne idüğü belirsiz işbirlikçi tiplerin türediğini görürsünüz. Mahalleye paraşütle inmiştir bunlar. Hemen alelacele kendilerine tutacakları köşeler gösterilir ve bizlere narkoz vererek uyuşturmaya başlarlar. Değerlerimiz, kavramlarımız onların çıkarları uğruna dejenere edilirken, oluş(turul)an o koca boşlukta zayıflatılmış ve içeriği boşaltılan yeni değerler silsilesiyle karşı karşıyayızdır. Artık, mahalleye paraşütle inen tayfa mahallede salyangoz satmaya başlar. Bizlerin kendi içerisinde çelişki yaşamasına sebep olurlar. İşte insan o an çelişki yaşarken bir rüzgar essin ister, “tüm sırları açığa çıkaran bir rüzgar”. Ama bir yandan da hep şunu düşünür durur; “Velev ki olsa da çatlak, bulutlu havada kiremit aktarılmaz” diye. Asıl meselede bu ikilemden nasıl kurtulunulacak? Öyle gözüküyor ki bizim bu ikilemden kurtulmamız güç bir durum ve kendi kendimize zulüm etmenin de ötesine geçemeyeceğiz gibi duruyor.

Mahalleye paraşütle inip, ekmediği yerden biçenler layık olmadıkları yerlere geldiklerinden ve bu imkânlarını kullanarak “içeriden görünmez bir bariyer” oluşturmaktadır. Güveni, inancı ve imanı zedeledikleri için “dava delisi” insanları saf dışı bırakmışlar (ya da onlar bu savaşta başarılı olamayıp kendi kendilerini saf dışı bırakmışlar) ve halkı görünmeyen bariyerlere mahkum etmişlerdir. Buluştukları makam, mevki, para ve şöhreti bırakmak istememekle birlikte “geleceği sömürgeleştirmek” istemektedirler. Böylece gelecek yok edilir ve onun yerine aynıdan aynıya geçiş konulur. Sanırım en tehlikelisi de budur.

Makamda gözümüz yok, parada gözümüz yok; doğru bildiğimizi söyleyip Türkiye’yi ve liderimizi müdafaa edeceğiz. Bizim zaferimiz budur. Lakin şunu eklemeden geçemeyeceğim; bilirsiniz Hz. Ali’nin şu sözü meşhurdur: “Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulümdür.” Artık ne olur büyüklerimiz bize zulmetmesin, ne olur zulmetmeyin..