Özellikle son günlerde yaşadığımız, iftira ve itiraf arasına sıkıştırılmaya çalışılanları ben de sizler gibi kendi zaviyemden izlemeye ve anlamaya çalışıyorum…
Benim için bu yazıya kadar gelen ve başlığında tarifini bulan izleme ve anlama sürecini, kalemimin izin verdiği kadarıyla paylaşmak isterim; en azından merak edenler için…
Fitili bazı iftiracılar-itirafçılar tetiklemiş ve sürece lokomotif olmuş olsa da, vagon olup katara eklenmeye ya da hazır vagonlara binmeye daha da öte, bu katardan cesaret alıp kendi katarını yola çıkarmaya nice hevesliler de sürece genişleterek, yeni cepheler açarak katılmaya devam ediyorlar…
Süreci sadeleştirmek adına öncelikle durumu tanımlayalım: Altında, sayamayacağım kadar farklı sosyolojik değişkenle, haddinden fazla şişmiş egoların artık şişme limitleri dolduğu için taşıyamadıkları yükün altında kalmasıdır olan şey; yani “egonun içe çökmesi” sonucu ortaya çıkan ani bir patlama hali…
Belki bir astrofizikçi daha iyi açıklamalı bunu.- Tıpkı etraflarındakileri -ayırt etmeksizin- içine çeken ve aşırı genişlemiş yıldızların patlaması sonucu oluşan karadelikler gibi…
Yıldızlardaki bu içe çökmenin nasıl gerçekleştiğini Hintli, Nobel Ödüllü Astrofizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar kendi adını taşıyan bir keşifle ortay çıkardı: “Chandrasekhar limiti” diye bildiğimiz…
Acaba insanlar da karakterleri kadar mı yüklenebiliyorlar ki, kendilerine ait bir “Chandrasekhar limiti” oluşturup, istiabın aşılmasıyla birlikte içe doğru çöküyor ve etraflarında ne varsa -masum ya da mücrim- onları da yıkıntılarına katıp yutuyorlar?
İlişki ağları geliştirilirken herkesin elinden geldiğince etrafındakilerin bu “karakter limiti”ni iyi hesaplaması gerekir kanaatimce; önce kendi limitini bilmek koşuluyla tabi…
Peki, ne olur?
En çok üzüleceğim şey elbette, limiti tükendiği için yükünü taşıyamayıp içine çöken “ego”ların oluşturduğu kara deliklerin yuttuğu/yutacağı masumlardır…
İnkârı mümkün olamayacak ıstıraplarına rağmen onlar için er ya da geç adalet tecelli edecektir; ilahi adalet ise mutlaka tecelli edecektir…
Onun ötesindeki kısmın ise ülkemiz ve toplumsal arınmamız için çok olumlu sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim; oluşan kısa süreli şaşkınlık ve hayal kırıklıklarına rağmen…
Milletin, mazlumun, yetimin hakkıyla semirmiş, suret-i haktan görünüp hem kesesini hem egosunu büyütmüş, nefsi kabarık ama ruhu cücelerin daha fazla taşıyamadığı nefis yükünün içe çöktürdüğü ve patlattığı egolar, kendi elleriyle kendilerini imha ederek toplumu ve adaleti büyük bir yükten kurtarmış oldular/oluyorlar…
Eğer bu “ego patlamaları” olmasaydı, arkada delil bırakılmayan, danışıklı ve organize suçlar nasıl ifşa olurdu ki…
“İnsanlık tarihi, karakter limiti düşük ve belirli bir şişmeyle çabucak patlayan bu egoistlere çok şey borçludur” desek, yeridir…
Tarih boyunca masum ve mazlum insanları koruyan en önemli şeylerden biri kuşkusuz, kazanç ya da zafer sonrası ortaya çıkan “ganimet paylaşımı kavgaları”dır…
Haksız olarak üzerine çöktükleri ganimeti pay edemeyenler birbirini yerken, ortada kalan ganimet, yine olması gereken yere, asıl sahiplerine dönmüştür…
Endişeye mahal yok, arına arına ilerliyoruz; Rabbim kirlenmekten ve kirlenme ihtimali olanlardan korusun…