Edebiyat, insanlığın tarih boyu elde ettiği bilgi birikimini nesilden nesile aktarabildiği, dünü bütün derinlik ve zenginlikleriyle hissedip bu güne taşıyabildiği sürece geleceği planlayabilir.

Evet, beyan, söz, insanoğlu ile doğdu, insanoğlu ile gelişti.

Beyan, tarih boyu, düşünce imbiklerinden geçe geçe, söz sarraflarının elinde işlene işlene mukadder kemaline erdi ve bir gün geldi edebiyat oldu.

Bu itibarla da denebilir ki, edebiyatın bugünü dünden daha güçlü olduğu gibi, yarını da bugünden daha güçlü olmalıdır.

Bir yazar, evvelâ kendi millî ve dinî kaynaklarını esas alıp, sık sık onlara müracaat etmeli, kendi millî hafızasının özünü, öne çıkararak onu bir temel unsur kabul etmeli, hattâ bunları romanlarında bir kanaviçe gibi kullanmalıdır ki, kendi edebiyatının ruhunu tahrip etmesin ve kendi duygularını, düşüncelerini, ilhamlarını seslendirmede yabancı enstrümanlara ihtiyaç duymasın. O, böyle yapıp kendi kültür değerlerini birer atkı olarak kullandıktan sonra, çağının yorumlarını da yanına alarak genişlemesinde, derinleşmesinde ve evrenselliğe yürümesinde hiçbir sakınca olmayacaktır.

Aslında, millî hafıza, millî kültür esas alınıp, bize ait kaynaklar da net olarak ortaya konmak suretiyle kayma noktaları önlendikten sonra evrensel değerlere karşı lakayt kalmak; genişi daraltmak, büyümeyi durdurmak olur. Bir edebiyatçı bunu asla yapmamalıdır.

Aslında, durgunlaşan, yaşama aktivitesini kaybeder, gelişmeye açık olmayan kurur, olduğu gibi kalan zamanla devrilir, meyve vermeyen ölür.

Kaldı ki edebiyat, sadece insanlar arasında yazı yazma ve söz söyleme sanatlarıyla laf ebeliği yapmak, beğenilen sözler üretmek mesleği değildir. O belagat ve fesahat boyutlarıyla, söz söyleme sanatını sevimli hale getirerek, gündelik dili en temiz, en nezih, en sevimli ve kalıcı malzemeyle beslemenin, süslemenin, zenginleştirmenin en önemli gerçeğidir.

Tarihle edebiyat tarihinin temel farkı, ilkinin geçmişte yaşanıp biten hadiseleri nakletmesine mukabil, ikincisinin her okunuşta yeni baştan canlanan bir metni ele almasıdır.

Edebiyat tarihinin, tarihten çok edebiyata meyilli olmasının en büyük etkisi de işte tam burada görülür: Geçmiş geçmişte kalmaz ve bir metnin geçen zaman içinde farklı edebiyat tarihçileri tarafından her okunuşunda yeni sonuçlar vermesi sebebiyle, her devirde edebiyat tarihinin yeni baştan yazılması gerekir.

Edebî eserdeki insanların hayatı ve tabiatı algılayış ve yorumları felsefenin; sosyal birer varlık olarak birbirleriyle ilişkileri sosyolojinin; giyim-kuşam, gelenek-görenek ve âdetleri etnolojinin; bilinçaltları, ruh dünyaları ve beşerî hasletleri psikolojinin araştırma alanlarına girer.

Edebiyat sanatçısı bir sosyolog değildir ve olaylara sosyolojik açıdan bakmaz. Onun bakış açısı edebî estetiktir ama bu edebî estetik, sanatçının dimağında oluşurken, sosyolojik verilerle de zenginleşen bir arka plâna yaslanır.

Edebî eser de sosyolojik bir eser değil; estetik bir eserdir. Edebiyat sanatı ferdî kırılmalarla oluşur, yani sübjektiftir; sosyoloji bir bilimdir ve objektif kriterlerle hareket eder.

Her türlü edebî eser, toplumsal bir olguya dayanır. Diliyle,

Konusuyla, şahıs kadrosu ve toplumsal zemini ve mekânıyla, toplumun edebiyat sanatçısının beynindeki estetik kırılmasıyla oluşan eser, sonuçta bir yansımadır; toplumsal bir yansıma.

İnsan, kelimelerle düşünür, düşündüklerini cümlelerle ifade eder. Eşyanın algılanması ile başlayıp, beyinde yoğrulması ve dille ifadesi gibi bir süreçte, edebiyat sanatçısı tek başına değildir. O, kullandığı kelimeden, cümle yapısına kadar toplumsal bir uzlaşmanın yollarını aramak zorundadır. Kelime hazinesinden, işlediği konulara; söz diziminden metnin tür ve şekil özelliklerine kadar toplumun ve yaşanan çağın bir yansıması olan edebiyat sanatçısı, bireysel açıdan bakıldığında, kendini anlatmaktadır ama kullandığı malzemeler ve hitap ettiği kitle açısından, toplumsal alanın bir parçasıdır. Bazen bu bir çatışma olarak da ortaya çıkabilmektedir zira Edebiyatçı her zaman doğrunun ve gerçeğin yanında yer almak durumundadır.

Edebiyatı kelimelerin sanatsal bir dansı olarak tanımlayabiliriz.

Ölümsüz klasiklere imza atan büyük yazarlar yalnızca betimlemelerle kalmayıp, kişilik tahlilleri de yapmışlar. İnsanların davranışlarının kökenine inip, nedenlerini araştırmışlar.

Aslında edebiyat bir toplumun iyiye de, kötüye de dönüşmesinde en büyük etkendir. Biz yara açan değil yara saran olmaya devam edelim.