Modern zamanda dünya coğrafyasının bölümlere ayrılarak isimlendirilmesi, batılı sömürgeci devletlerin önceki asırlarda kendi zaviyelerinden oluşan değerlendirmelere göre yapılmıştır.
Dolaysıyla, Türkiye’den başlayarak doğuya doğru uzanan devasa coğrafya için kullanılan Yakın doğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu olarak bilinen coğrafi tanımlar bu kapsamdadır; batılıların bakış açılarına ve konumlarına göre adlandırılmıştır.
Bu tanıma göre “Türkiye”, Yakındoğu’da yer alan bir devlettir.
Doğu dünyası, tarihin her döneminde dünyanın ilgi odağı, cazibe alanı ve çevreyi kendine çeken “tılsımlı” bir özelliğe sahip olmuştur.
Bilinen tüm ilahi dinlerin çıkış membaı, vahiy elçilerinin yaşadığı bölgeler, kutsal mabetler, köklü medeniyetler, ilk insan hikâyeleri, ticaret merkezleri ve dünyayı bir baştan bir başa kat eden ticari yolların bazen başlangıcı ve bazen geçtiği yerler gibi önem atfeden özellikleri bünyesinde barındıran hep “Doğu” olmuştur.
Bu büyülü cazibe dünyanın doğusunda her zaman var olmuştur.
Güçlü devletler dünya hâkimiyetini kalıcı kılmak, devam ettirmek ve dünyanın doğusuna hükmetmek için tüm güçlerini seferber ederek, ya bu uğurda felaketler yaşamışlar ya da emellerine ulaşmışlardır.
11- 13. asırlar arasında batılıları, doğuyu istila etmeyeyönelten heves, doğunun cazibesi, zenginliği ve gözkamaştırcılığıydı..
16. asırda Yavuz Sultan Selim’i, kızgın güneş altında ve kavurucu çöl sıcağında doğuya yönelten Kudüs ve Mekke’nin cazibesiydi…
19. asırda batılı sömürgeci devletleri doğuya tekrar sevkeden, doğunun bitmek bilmeyen zenginlikleri ve göz kamaştıran cazibeleriydi..
20. asır başlarında söz konusu sömürgeci devletleri doğuda kalıcı kılan; kârlı ticaret, dünyanın geleceği olan yeraltı ve yerüstü zenginliklere hükmetme ve yönetme hırsydı..
Çünkü bu coğrafyada geniş pazarlar, geleceğin enerji kaynakları olan petrol kuyuları, gaz, madenler ve ucuz insan gücü mevcuttur.
1990’larda Irak’ın işgali ile başlayan, ABD ve diğer batılı büyük ülkelerin Ortadoğu’ya yönelik geniş çaplı istikrarsızlaştırma, tahrip etme ve işgal hareketleri olanca hızıyla halen devam etmektedir.
Irak, İran, Suriye, Filistin, Lübnan, Kuveyt, Katar, Yemen, Libya, Mısır, Sudan gibi ülkelerin yaşadıklarına yakın zamanda beraber şahit olduk ve hala da oluyoruz.
Afganistan’dan Suriye’ye, Fas’tan Sudan’a kadar ticaret, yeraltı kaynakları ve jeopolitik olarak önem arz eden ülkeler iç savaşlar ve terör örgütleri ile zayıflatıldıktan sonra, Doğu dünyası tekrar “büyük felaketin eşiğine” gelmiştir.
ABD ve batılı sömürgeci ülkeler, Türkiye ve İran’dan başka doğuda kendilerine engel olabilecek güçlü devlet kalmadığı için bir taraftan bu iki ülkenin ekonomilerine sabotajlar yaparak, terör örgütlerine destekler vererek zayıflatmaya gayret etmekte, diğer taraftan da dünyanın yeni enerji merkezi “Doğu Akdeniz’e” bir oldubitti ile çökmeye çalışmaktadırlar.
Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu velhasıl “dünyanın doğusu, geçmiş tarihlerden daha acımasız, kanlı ve pervasız saldırılar ile karşı karşıya.
Bu coğrafyada yaşamak zevklidir fakat “bedeli” ağırdır.