20. yüzyılın sonlarından beri, milliyetçilik çağının sona erdiğini ilan etmek moda olmuştu. Milliyetçilik, dünyada görevini tamamlamış bir söylem olarak kabul edilir. Dünya, geldiğimiz noktada ulus devletler dünyası hâline gelmiştir.

Günümüzde ulus, tek tek meşru siyasal yönetim biçimi olarak kabul görmüştür. 1798’den günümüze kadar dünyadaki düzen esas olarak milliyetçi çizgiler boyunca neredeyse nihai olarak şekillenmiştir.

1989’da Birleşmiş Milletler üyesi olarak tanınan 159 devletin sadece 15 tanesi 1900 yılında vardı. 20. yüzyılın uzun bir döneminde dahi dünya ülkelerinin pek çoğu hâlâ Avrupalı devletlerin kolonyal tebaası durumundaydı. Orta Doğu ve Afrika’daki 65 devletten sadece üçü 1910 öncesinde var olmuştur. 1959’dan bu yana 75 ülke varlık alanına girmiştir.

Ulusal bağımsızlık özlemi milliyetçilik çağının ötesinde ulus devlet örtüsü ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Hiç şüphesiz ki tarih, ulus devletin yanında görünmektedir. Avrupa kendisine akan göçmen akınına karşı dünyada ulus devlet dalgasını canlandırmış, göçmen dalgasını böylece absorbe etmek için çabalamıştır.

Üç büyük jeopolitik dalga geçiren dünyada (1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, Doğu Avrupa’da komünizmin yıkılması) Avrupa’nın değişim ve dönüşümüne katkı sağlanmış, ulus devlet anlayışının bir siyasal örgütlenme ilkesi olarak ulus kavramına da ciddi ivme kazandırılmıştır. SSCB’nin yıkılması ile 14, toplamda kurulmuş 19 yeni devlet, kendilerini ulus devlet olarak konumlandırmışlardır. Dünyada oluşturulan dalgaya toplumlar, ulus devletin nihai devlet olarak tek uygulanabilir siyasal birim olduğu şeklinde inandırılmıştır.

Ama konu çerçevesinde Avrupa Birliği gibi ulus üstü yapıların; ulusal yönetimlerin meşruiyet tesis etme ve halkın bağlılığına hükmetme kapasitesiyle asla yarışamayacağı da ima edilmektedir ki; İngiltere’nin birlikten ayrılmasını bu çerçevede okumak da gerekir. Rus dalgasının Avrupa Birliği’ni tehdit etmesi ve bazı ülkelerin NATO çatısı altına sığınma çabası da bu çerçevede okunmalı. Yani tek başına ulus devlet eksenli çalışmaların da eksik kalacağı ilan edilmek üzere. Peki, ne olacak?  Ulus devlet mi, adı konmamış devletler düzeni mi, yoksa apayrı bir yapılanma mı çare olacak? Bunun da cevabının verilebilmesi için dünyanın üçüncü bir savaş mı yaşaması gerekiyor. Yeni bir şok dalgası dünyayı yeniden dizayn etmeye yeter mi?

Soruların can yakıcı olduğu kadar cevaplarının da can yakıcı olacağı malum. Yoksa dünyanın Akdeniz içinde toplanması hayra alamet değil. Türkiye’nin koruma sınırlarının Suriye’den değil, Yemen’den başlıyor olmasının nedeni de bu değil mi? ABD için de sınırlar Orta Doğu’dan başlıyor. Konu bu kadar açık ve net iken cevaplar gözler kapanarak, kulaklar tıkanarak, yüzler çevrilerek alınamaz gibi…

Dünya yeni bir dizaynın eşiğinde ve bunun adını kim koyacak, ne koyacak? İşte esas soru bu… Kim ne biliyorsa yazsın bakalım… Vesselam…