Uzandığım sedyeden kalkıp toparlandım. Doktor hanım, sandalyesine oturmuş reçeteye ilaç isimlerini yazıyordu. Masaya yaklaştım. Kalemi elinden bırakıp reçeteyi bana uzattı ve şöyle dedi: “Bu ilaçları on beş gün kullan, geçmezse sonra tekrar gel!”
Cümleyi söylerken yüzüme bakmamıştı. Zayıf ve minyon tipli oluşu, bir uzman tabipten ziyade lise talebesi görüntüsü veriyordu. Konuşurken takındığı tavırdan hastalığım hakkındaki konuya hâkimiyetini mi yoksa uzmanlıkta ilk zamanlarının acemiliğini mi anlamalıydım, tam karar veremedim.
Şahsına ve mesleğine duyduğum saygıyı hissettiren ama aynı zamanda takındığı tavırdan duyduğum rahatsızlığı da fark ettiren bir ses tonu ile seslendim: “Hocam, ben üniversite mezunuyum. Yüksek lisans bitirdim. Şu an alanımda doktora yapıyorum. Hastalığım ile ilgili söyleyeceğiniz şeyleri anlayabilirim.”
Muhtemelen tıp eğitimi almış olmanın ve vücudum ile ilgili benim bilmediğim şeylere muttali oluşunun rahatlığı ile birkaç yuvarlak cümle söyledi ve sıradaki hastanın ismini okuyup muayeneye çağırdı.
Dışarı çıktığımda karmaşık duygular içindeydim. Hastalığımın ciddi bir durum olmadığını öğrenmiş ve ilaçları alacak olmam karşısında rahatlamış, hastalığımın ne olduğunu öğrenememiş olmamdan dolayı meraklanmış, sağlığım gibi önemli bir konuda muhatap alınmayışıma kızmış, doktor hanıma karşı kurduğum cümleyle gerginliğe sebebiyet verdiğime de üzülmüştüm.
Sanırım beni en çok etkileyen “meseleyi anlatacak kadar dikkate alınmamak” olmuştu. Tamam, kabul; doktor hanım işini yapmıştı. Hastalığım hakkında bana vereceği, Latince kelimelerle dolu ayrıntı konuları anlamakta zorlanacağım da doğru. Hatta bunları bilmeme gerek de yoktu. Ama “hasta hakları” ya da “nezaket” diye bir şeyin olduğu da inkâr edilemez.
Sanırım o anın verdiği ruh halimle; insanların, hastane koridorlarında yaşadıkları/yaşattıkları kötü manzaralara daha farklı yaklaşmıştım. Acaba o hastanede aynı alanda başka bir doktor olsaydı, bir daha bu tabibe hanımın kapısını çalar mıydım? Ya da acaba insanların şifayı hastanelerde değil de alternatif tıp denilen ve büyük çoğunluğu tuzak olan alanlarda aramasında, tabibe hanımın bu tavrı da etkili oluyor muydu? Alternatif yolların cezbeden ve insanın duygularını okşayan sunumunu hatırlayınca ürktüm.
Tabibe hanımla aynı dili konuşuyorduk. Ben bunun üstüne iki dil daha biliyordum. Muhtemelen o da öyle. Ama buna rağmen anlaşamamış ve kuşdili konuşmuştuk. Bu düşünceler içre ve bir pelikan hüznü ile adımladığım koridorların sonundaki lavabonun kapısını açtım. Ellerimi yıkamak için suyu açtığımda hastane koşullarının ne kadar steril olduğuna takıldı zihnim. Türlü türlü hastalığın kol gezdiği bir ortamda şifa arıyor olduğumuzu düşününce tebessüm ettim. Ellerimi yıkayıp hastaneden çıktım.
Hastalığım mı? Geçti çok şükür. Doktor hanım haklı çıktı. Yazdığı reçete işe yaradı. Rabbim de şifa lütfetti. Ama ben hâlâ o muayene günündeyim: Ya doktora yapmamış biri olsaydım!