Avrupa Birliği yaptığı her açıklamada Doğu Akdeniz’de statükoyu koruyacaklarına dair söz veriyor. Birliğin lokomotif ülkelerinin kafalarının karışık olduğu bir hususta peki bu nasıl sağlanacak? Mesele sadece Türkiye ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’de etki kurmasının önüne geçmek değil ki!
Fransa ile Almanya arasında Doğu Akdeniz’e ilişkin ciddi bir rekabet ve anlaşmazlık olduğu biliniyor. Fransa, Doğu Akdeniz ile olan ilişkisini Avrupa-Akdeniz-Afrika bağlamında ele alıyor. Özellikle Paris’in Fransız İmparatorluğu’nun eski kolonilerini enerji pazarına dönüştürme stratejisi taşıdığı ve bu stratejinin merkezine Akdeniz’i koyduğu dikkatlerden kaçmıyor.
Fransa’nın bu siyaseti Rusya, Almanya ve Türkiye’ye takılıyor. Rusya ve Türkiye’nin Suriye ve Libya’da ana aktör konumunda hareket etmelerine Cumhurbaşkanı Macron’un sert şekilde itiraz etmesinin bir nedeni de yukarıdaki stratejidir.
Almanya, Libya krizine ilişkin yürüttüğü Berlin Süreci ile ilk kez Doğu Akdeniz meselesine aktif bir şekilde katıldı. Berlin Konferansı’na Yunanistan’ın davet edilmemesi, Almanya’nın dolaylı bir şekilde Fransa’nın bu stratejisine bir tepkiydi. Fransa’nın kayıtsız şartsız Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın tezlerini desteklemesinin altında yatan ana nedenin “Paris’in Akdeniz Stratejisi” olduğunun farkında olan Almanya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı Berlin Konferansı’na davet etmeyerek, Fransa’yı kenara itmeyi başardı.
Almanya için Doğu Akdeniz her zaman sorunlu bir alan olarak görüldü. Berlin bu nedenle Avrupa Birliği’nin Doğu ve Kuzey Avrupa’da güçlü bağlar kurmasını destekleyen bir siyasete taraftar oldu. Doğu Akdeniz’e nazaran Baltık Denizi’nin güvenliği Almanya açısından daha kıymetlidir. Jeopolitik açıdan kendi hinterlandındaki sorunlarla meşgul olmak isteyen Berlin Yönetimi, Doğu Akdeniz’e daha çok insani krizler konusunda önem vermektedir.
İngiltere’nin Doğu Akdeniz’e ilişkin yaklaşımı Brexit nedeniyle tam anlamıyla gün yüzüne çıkmasa da, Kıbrıs etrafındaki tartışmalara olası bir “Londra Konferansı” ile çözüm bulma düşüncesi ve böylece inisiyatifi ele almayı planlaması, olası bir durumdur. Londra Yönetimi’ne göre, Doğu Akdeniz’deki ihtilaflı sularda hiçbir devlet doğalgaz arama faaliyetinde bulunmamalıdır.
İtalya da Doğu Akdeniz’e yönelik Fransa’nın söylem ve faaliyetlerinden rahatsız olan ülkelerden biridir. Roma’nın politikasının henüz netlik kazandığını söylemek mümkün değildir. Hâlbuki Kıbrıs, Lübnan ve Mısır’ın deniz alanlarında en büyük operatör şirketlerin başında İtalyan Eni firması gelmektedir. Eni borsaya açık uluslararası bir şirket olduğundan hisselerinin değer kazanabilmesi için yatırımlarını risksiz sahalara yapmak zorundadır.
Dolayısıyla İtalya açısından Türkiye ile çatışmak yerine uyuşmak daha faydalı bir yaklaşım olur. Çünkü 2003 yılından bu yana Türkiye ile çatışmadan herhangi bir netice elde edilemediği gibi, bu süreçte Türkiye, Doğu Akdeniz’deki siyasi, ekonomik ve askeri varlığını daha da güçlendirdi.
Sonuç itibariyle Doğu Akdeniz’deki çatışmaların var olan haliyle herhangi bir çözüme kavuşturulması mümkün görünmemektedir. Berlin Konferansı’na benzer bir konferansın Doğu Akdeniz için de ele alınması ve bu konferansa hem KKTC’nin hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin çağrılması zaruridir. Böylece çoklu bir çözüm süreci için tarihi bir adım atılmış olur.