Sanatın (Batı) hikayesine vakıf bir tarihçiye bu sözü söylerseniz bıyık altını bırak kahkahayla güler. Çünkü ne Michalengelo uyuyordur bu yargıya ne Paul Cezanne! Ya bunu, estetiğe vakıf ve güzellik içre yaşayan bir Müslüman’a söylerseniz? Sizce o nasıl bir tepki verir?

Cevabı merak ediyorsanız yazıyı okumaya devam edin (etmeme seçeneğiniz de var.)

Yukarıdaki başlığın takdiri ya da reddi sanata yüklenilen anlamla doğru orantılıdır. Eğer tekil bir anlam yükleyerek, sanatı ortaya konulan eserle sınırlandırıyorsanız, bu söz doğru olmak zorunda değildir. Ama sanat sadece eserle sınırlanmayan, müessiri başta olmak üzere, her şeye dokunan anlamlar bütününe karşılık geliyorsa o zaman bu söz doğrudur ve size çok şey söylemektedir. Yani konuşlandığınız yer vardığınız yeri belirlemekte ve bütün yolculuğunuza temel teşkil etmektedir.

Peki, sanatın her şeye dokunan anlamlar bütünü olması ne demek?

Bununla kastedilen Salvador Dali’nin sanatı bir gösteriye dönüştüren hali mi? Yoksa Warholl’un şöhretle sanatı birleştirerek her yerde sanat pozuyla nefes alması mı? Ya da zincir taktığı ananası metroda köpek gibi dolaştıran esrarengiz kişinin performansı mı?

Bu saydığım isimler, marka işler yapan ve sanatın ruhunu ya yeniden kurgulayan ya da ceketlerinin astarında kaybeden isimlerdir. Esasen bizimle alakaları yoktur. Ama içimizdedirler. Tahmin ettiğimizden de derinlerde.

Onlar değilse kimler o zaman? Onların yaptıkları değilse kimlerin yaptığı? Hem icra eden hem de yaşayan anlamında sanat kimin ortaya koyduğudur?

İsim vermeyeceğim burada. Ya da bir zümreden bahsetmeyeceğim. Ben bunun nasıl olduğunu anlatacağım, siz kimler olduğunu anlayacaksınız. Böylece yukarıdaki sorunun cevabı da kendiliğinden belirecek.

Sanat, yapan kişilerle anılır hep. Sanatı üretenler vardır. İster şiir olsun, ister müzik, ister resim, ister hat. Bütün sanatlar yapanlarla anılır. Doğrusu da budur. Yapanlar olmazsa sanat anlamını nasıl bulur? Yaşayanlarla mı? Yapanlar olmasa yaşayanlar nasıl olacak? Doğru gibi gelen bu sorular (aynı zamanda önermedirler) doğru mudur hakikaten? Sanatçılar olmazsa sanat olmaz mı?

Ne çok soru var! Ne çok deli soru var!

Diyelim ki sanatçılar olmadan sanat olmaz. Onlar ortaya koyar işlerini, başkaları da bundan istifade eder (ya da etmez). Ya sanatçıların sanat oluşu. Bu nasıl bir şey? Yani ortaya koydukları eserler dışındaki halleri de sanat mıdır sanatçıların? Yaptıkları iş hayatlarında ne kadar karşılık bulur? Bulmalı mıdır? Yani bir sanatçıya bakılıp, hal ve hareketleri gözlemlendiğinde sanatına/ sanatçı oluşuna dair bir şeyler çıkarabilir mi?

Bana kalırsa çıkarılmalıdır. Çünkü güzellik içre yaşayan ve derdi güzellik olan bir kişinin güzellik arayışı her haline sirayet etmelidir. Sadece eser üretmesiyle kalmamalı, davranışlarından kıyafet tercihlerine, bakışından duruşuna, sevme tarzından öfkelenme biçimine bu güzellik yansımalıdır. Bu durum yaptığı şeyde gösterdiği titizliği üzerinde taşıması, onunla yaşayıp başkalarına da her haliyle taşımasıdır. Yaptığı şeyin güzelliğini ilk bakışta tesirli kılacak, insanların, ortaya koyduğu eserin güzelliğini müessirin şahsiyetinde gördüğünde onları etki altına alma gücünü derinleştirecek olan budur. Zira insanlar, eserlerden çok müessirlere bakarlar. Esasen bu, varlığı yaratan Allah’ın her güzellikten kendine bir yol açmasıyla, kullarına da, hadi bu yolu bulun, şeylerdeki beni bulun demesine benzer bir durumdur. Sanatçı da eseriyle beraber kendini ortaya koyar. Şekil olarak ortaya koyar, ruh olarak ortaya koyar. Ve bu değişmez. Çizgisinden kullandığı renklere, tınısından malzemeye sanatçının kendisini seyrederiz eserinde. Bunun istisnası neredeyse yoktur. Kendinden çıktığı zamanlarda bile sanatçı kendisidir.

Tabi burada yeni/ deli bir soru daha karşımıza çıkıyor. Eserinde sanatçıyı seyrederiz ama eserde ortaya konulanı müessirinde seyredebilir miyiz? Yani eserleri kadar güzel midir sanatçılar? Eserlerinde bize gösterdikleri renk, doku, ses uyumlarını kendilerinde bulabilir miyiz? Eserlerinde bize verdikleri mesaj maddi, manevi bütün varlığından akar mı, şerha şerha insanlara güzellik sunar mı sanatçının?

Bu sorunun cevabı kişiseldir. Herkese ve her duruma uygun bir cevabı yoktur. Ama çoklukla karşılaşmaz mıyız, güzel eserlerin, tesirini ilk elden kendisinde beklediğimiz müessirini tesirde aciz kaldığına? Yapan da neşvü nema bulmadığına güzelliğin? Asaletinden zarafetine, nezaketinden letafetine sanatçının bir sanat eseri olarak arz-ı endam etmediğine.

Beni çokça rahatsız eder bu durum. Bu yazıyı da bu yüzden yazıyorum. Çoğu sanatçı da göremediğim estetik beni paralar. Kıyafetinden tavırlarına bulamadığım güzellik duygusu/ vurgusu beni derdest eder. Hal ve hareketlerinden akan riya beni mahveder. Sonra sorarım kendi kendime:

Müessirini aydınlatmayan eserden ne umabilirim? Ya da müessiri aydınlık olmayan bir esere nur ne kadar iner?

Ölümün bile en güzel olanını talep eden bir dinin müntesibi olarak, güzelliğin kendisini vurmadığı sanatçıları içselleştiremiyorum. Hayatı en güzel şekilde yaşamış, güzelliğin altını hep çizmiş ve güzel bir şekilde ölmüş bir peygamberin ümmetinden olarak, hayatında güzellik olmayan, dünyaya güzel bir mesaj gibi yaşamayan sanatçılardan uzak duruyorum. Çünkü hakikat yalındır, bütündür. Parçaları arasında organik ilişkiler ağı vardır ve biri diğerini nakzetmez. Her biri diğerini tanımlar. Her biri diğerini tamamlar. Birine bakarsanız diğerleri hakkında fikriniz olur. Birini anlarsanız diğerlerine hazır olursunuz. Bunlar arasında uyuşmazlık varsa, yerleşik hakikat tasavvurunda ve varlık telakkisinde sorun vardır.

Bana kalırsa, eseriyle müessir olmayan (eseriyle müessir olmayan diyorum çünkü eserde tesir edici olan sanatçının kendisinden sadır olan değil ona iham edilendir) sanatçının kozmolojik idrakinde sorun söz konusudur.* Hayatı tevhidi düzlemde, her şeyi bir ve güzel bağlamda okuyamıyor demektir. Eğer okusaydı, bilseydi varlığının birliği ilkesini, eseriyle tezada düşmez, güzelliğin hediyesi olarak eseriyle kendisi bütünleşirdi. Sadece eserine değil, kendisine bakanlar da tamamlanmış güzellikten nasibini alır ve güzellik küp yapardı.

Bir örnekle mesele daha anlaşılır sanırım. Grafik sanatçısı Ersin Şahin, resme başlamasının arkasında ilkokul öğretmeninin resim yapılacağı zamanki hassasiyetinin olduğunu söyler. Hocasının, kıyafetinden tavırlarına, boyaları koymak için alelade kaplar yerine kristal kaplar kullanmasına, yaptığı işe verdiği önem ve gösterdiği itinaya parmak basarak, bütün halinde yapılan eylemin ona güzellik fısıldamasından etkilendiğini ve resim yapmak için, müthiş bir arzu duyduğunu söyler.

Esasen bundan etkilenmeyecek kimse yoktur. Bu durum dil ile halin birliğidir. Eser ile müessirin bütünleşmesidir. Söylem ile eylemin tevhide durmasıdır.

Baki selemlar!

(*) Bu yaklaşım geleneksel dünya denilen ve modern paradigma parçalayana kadar bütün olan telakkiye, bilhassa İslam varlık telakkisine karşılık gelen bir yaklaşımdır. Sanata modern/ post modern bir biçimde yaklaşan kişilerin kabul etmeyeceği, zaten onlara da hitap etmeyen bir yaklaşımdır.