Devlet geleneği ve teamüller, abartılı bir yorumla tabuya veya mitosa çevrilmemelidir; ancak bunlar boş ve gereksiz de değildir.Teamüllerin dolduramadığı boşlukların yerini belirsizlik, görgüsüzlük ve bundan yararlanan fırsatçı güruhlar hızla doldurur.
Devlet ve hukuk geleneğine sahip olan devletler, herkesin güvenebileceği gerçek adres olarak öncelikle adaleti tesis eden bağımsız mahkemeleri merkeze koyarlar. Bu mahkemeler, hukuki gerçeği ortaya çıkarmak üzere adalete adanmış teminatlı hâkimlerin kararlarıyla yükselir ve hukuka güveni sağlar. Dünya tarihinden gördüğümüz kadarıyla mahkemeye, hâkim ve savcıya, dolayısıyla adalete güven sarsıldığında ise bunun zincirleme vahim sonuçları olur.
Çünkü, adalete güven kalmadığında, toplumun kendisini zayıf ve çaresiz hisseden kesimleri genellikle kabuğuna çekilir ve hukuk sistemi dışında küskün olarak konumlanır. Fakat herkes bu içe kapanık tavrı sergilemez… Hukuka güvenmeyenlerin bir kısmı daha tehlikeli bir yol olan illegal oluşumlara meyleder.
Günümüz dünyasında problemlerini akıl, uzlaşma, hukuk ve diğer medeni usullerle çözmek yerine, yumrukla, beyzbol sopası ile ve boynuzlarıyla çözmeye çalışanlar hukuk sisteminin ve adalete olan güvenin niçin güçlendirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bireysel silahlanmanın yaygınlaşması, cinayetle sonuçlanan alacak-verecek uyuşmazlıkları, adliye ortasında hesaplaşmalara dönüşen boşanmalar, alacağın zorla tahsili, çeteleşmeler vb. hukukun zamanında tatmin etmediği boşluğun hukuk dışı yollarla doldurulma girişimlerinin dışa yansımalarıdır.
Devlet geleneği ifadesinin hukukla birlikte çağrıştırdığı diğer bir araç da teamüllerdir. Yazılı olmayan, uygulanarak genel kabul gören ve hukuka aykırı olmayan asırlık uygulama kuralları teamüllerdir ve bunlar asla öylesine uydurulmuş, boş ve anlamsız kurallar değildir.
Türkiye’de teamül ifadesinin yanlış ancak kabullenilen bir “galatı-meşhur”a dönüşmesi rahatsız edici. Toplum mühendisliğini, sivil irade üzerinde askeri vesayeti, bürokrasinin iş süreçlerindeki yavaşlığını teamül olarak adlandırmak, kavramı bilmemekten kaynaklanıyor. Çünkü bunlar teamül değil, hukuk dışı fiili uygulamalardır. Teamüller, Anayasa, kanunlar ve diğer mevzuatın açıkça düzenlemediği konularda, usule dair uygulama sürekliliği ve belirlilik arz eden yazılı olmayan hukuk kuralları ve davranışlardır.Hukuka aykırı bir uygulama yüzlerce yıl, yüzlerce kez tekrarlansa da teamül olamaz. Mesela darbe yapmak “Türkiye’de sık rastlanılan bir olay” olarak Türkiye’nin bir teamülü olarak nitelendirmek bu kavram konusunda açık bir cehalettir.
Yine, kamu bürokrasinin zaman zaman hukukun dışında davranışlarına kılıf uydurma aracı veya kaçacak yer olarak görüp kötüye kullandığı uygulamalar ve yenilikleri kilitleyen suiistimaller asla teamül olarak adlandırılamaz. İdare ve yönetim alanında teamül denildiğinde, mevzuatın belirlemediği konularda geçmişten bu yana uygulanagelen, genel kabul gören ve belirlilik sağlayan uygulamalar akla gelmelidir.
Aynen bunun gibi, objektif kuralların yerini sübjektif olan; ve kişilere, gruplara göre farklılaştırılan uygulamalar almaya başladığında, devlete güvenin, hukukun ve alışagelen teamüllerin yıkıldığını ve güvenin yeniden tesisi için on yıllar gerektiğini söylemeliyiz.
Tahribat bununla da sınırlı kalmaz, diğer sosyo-kültürel olumsuz sonuçlar birbirini izler. Mesela başarı kriteri yerine tanıdıklar üzerinden iş yürütmek olağan bir usule dönüştüğünde o ülkede “başarmak” anlamını yitirmeye başlar. Gençlerin gelecek adına ümit beslemeleri zorlaşır ve yerini ümitsizlik veya bayağı usuller doldurmaya başlar. Hatalı usuller her zaman hatalıdır ve bunların dün de yapılıyor olması, bugün yapılmasına bir meşruluk kazandırmaz.
Teamüller zaman içerisinde değişebilir. Ancak değişim yerine, topyekûn terkedilmesi büyük bir boşluk doğurur. Kişiler arasındaki özel hukuk ilişkilerinde, devlet, idare ve bürokraside, uluslararası ilişkilerde işleyegelen yazışma usulleri, görgü kuralları ve alışkanlıkların önemli bir kısmı 1840’lı yıllardan sonra oluşagelen ve kabul gören teamüllerdir. Teamüllerin diğer bir kısmı ise Cumhuriyet dönemi yerleşen uygulamalardır.
Teamül ve alışkanlıkların bir kısmı ise binlerce yıla dayanan ve sosyolojik dayanakları olan kuralları içerir. Mesela, Türkiye’de askeri hiyerarşinin ve uygulamaların yegâne kaynağı hukuk değildir. Teamüllerin bir kısmı, askeri teamül ve geleneklere dayanır ve kökleri iki-üç bin yıl öncesine kadar götürülebilir.
Bir elçiye veya savaş esirine nasıl davranılacağı gibi devlet uygulamalarının gelenekteki yeri, hukuk yanında, örf, gelenek ve teamüllere de dayanır. Bunların bir kısmı Asya’dan taşınan kurallarkenbir kısmı da Hz. Peygamberin uygulamalarından doğan teamül, alışkanlık ve görgü kurallarıdır ve bunlar aynı zamanda sosyal kurallar olarak da dikkat çeker. Misafirin karşılanması, ağırlanması, yola salınması, belirli nezaket kuralları, hayvanlara şefkatle davranılması ve diğer uygulamaların sünnete dayanan kaynakları görülebilir.
Uluslararası ilişikler ve dış politikada başvurulan usuller, teamüller ve diplomasi dili, içinde kullanan tarafa kazandıran veya kaybettiren nüveleri taşır.Şok etkisi doğuracak keskin cümleler, olağanüstü hallerde ve nadiren kurulabilir, ancakgeliştirilmiş genel bir diplomatik dilin sağlayacağı katkı her zaman daha fazlasıdır. Diplomatik dili, olayları kendi lehlerine çevirecek şekilde kullanmakta İngiltere, Fransa, Almanya oldukça mahirler.
Objektif hukuk kuralları ve bir kısmı yüzlerce yıla dayanan teamüller terkedildiğinde çiğlik ve garabetler ortaya çıkar. Protokolde yer kapma, fotoğraf karesinde birbirini iterek görünmeye çalışmak, tanıdık selamıyla iş yapmak gibi tuhaflıklar ve kabile adetleri küçümsenen teamüllerin yerini doldurur.
Hukuk ve uluslararası ilişkiler başta olmak üzere her alanda Devletin güvenirliği, onun tercihlerindeki istikrar ve süreklilik ile birlikte onun tutarlılığı, vakar ve ciddiyetiyle ilişkilidir.
Özetle önemli olan, halka dayanan, şeffaf ve tutarlı bir sistemi kurmak ve herkes için güvenli, ümit veren ve kalıcı olan bir yapıyı hukuk ve belirlilik temeli üzerine inşa etmektir.