Türkiye, yedinci anayasasıyla yoluna ve ilerleyişine devam edecek.

Toplumun, devletin ilk kez kurulması sırasında halkın birbiriyle veya kurulu bir devlet varsa toplum ile devlet arasında bir “kavilleşme” olarak görülen anayasalar, kamu hukuku tabiriyle, “sosyal sözleşme”lere benzerler. Türkiye’nin, 2000’ler sonrasında yaşadığıyenidenyapılanma ve inşa süreci, 15 Temmuz sonrasında bambaşka bir mecraya taşındı. Devlet, bir yandan ağırlıklarını atarken diğer yandan toplumla olan sosyal sözleşmesini, kavilleşmesiniâdeta yeniden kurulur gibiyeni bir anayasa çerçevesinde tazeleme eşiğine geldi.  Gerçekten de son yüz elli yıllık geçmişe bakılırsa toplumun bütün kesimlerinin bu kavilleşme üzerinden yeni bir motivasyonheyecana ve devletin ise toplumla böylesi bir ahit tazelemesine ihtiyacı var.

Osmanlı Devleti’nin artık son döneminde 1876 yılında başladığıyazılı anayasalı bir devlet olma sürecinden 140 yıl sonra bugün, eğer yenisi kabul edilirse Türkiye, yedinci anayasasıyla yoluna ve ilerleyişine devam edecek.

Artık halkta, belki de 100 yıldırötelenen sosyo-ekonomik ve sosyo-psikolojik ihtiyaçların, daha fazla hak ve özgürlük taleplerinin dikkate alınacağı sivil bir anayasa ile daha güçlü bir devlet yapısıbeklentisigeri dönülemeyecek şekilde doğmuştur. Sıklıkla dile getirilen sivil anayasa vurgusunun ne derecede anlamlı olduğunu anlamak üzere, Türkiye’nin yakın tarihçesine kısaca bakarak hafızayı tazelemek gerekir:

Türkiye’de askeri ve sivil bürokratik vesayet ve onun temsil ettiği statükonun korunması, güya resmi ideoloji adına yürütülen toplum mühendisliğiyle birlikte yapılmıştı. Bu durumdan kendine vazife çıkaran, rol kapan; devlet otoritesini kendi konum ve çıkarlarına alet ederek millet iradesinin karşısına koyan bir zümre öteden beridirvardı.Milletle devlet kurumlarını karşı karşıya getirmenin sosyo-politik maliyetlerini hiçe sayarak hukukdışı çelişki ve tutarsızlıkları halka dayatan bu gruplar,onun değerlerini, inançlarını ve ekonomik beklentilerini yok sayarak ülkeye yüksek bedeller ödettirmişlerdi.

Milli iradeye karşı, hatta bunun da ötesinde Stalinist bir çağrışım ile “halka rağmen, halk için” gerçekleştirildiği ima edilen; topluma ve siyasetçilere gözdağı vererek “toplum mühendisliği” adı altında sosyal hayata güya çekidüzen vermek için yapılan 1960 askeri darbesi, büyük bir çoğunluğun oyuyla gelen DP iktidarını alaşağı ederken başbakan ve bakanları da “ders olsun” diyerek idam sehpasına götürmekten çekinmemiştir. 1960 Anayasası böyle bir gayrimeşru zemine dayandığından, toplum nezdinde hiçbir zaman meşruiyet kazanamamıştı. Bu eylem, halkın geleneğindeki itaat ve hürmete layık “devlet” kavramına karşı,mesafe koymasınhızlandırmıştır.

Öteden beri, özellikle DP üzerinden halkı hedef alan devletçi ve militarist kanat, 1960 Anayasası’na göre 1982 Anayasası’nın kollektif hakları fazlasıyla daraltması gerekçesiyle demokratik olmadığını ileri sürmektedirler. Bu söylem o kadar güçlü bir şekilde dayatılmış ve özellikle hukuk fakültelerinin anayasa ve kamu hukuku kürsüleri tarafından savunulmuştu ki; darbeye muhalif olması gereken liberal, dindar, milliyetçi, demokrat veya muhafazakâr görüşleri olanlar bile bu söylemin rüzgârına kapılmışlar veya en azındankarşı argümanlar geliştirmemişler, bazen de mahalle baskısı dolayısıyla bu görüşün aksini ileri sürememişlerdir.

Çok partili, çoğulcu ve parlamenter bir ortamı bütünüyle yok eden bir askeri vesayet ve onun destekçisi azınlık bir kitlenin tasallutunda oluşturulan bu Anayasa’nın “Üniversitelerin ve meslek odalarının da görüşü alındı” teziylearkasında sivil destek ve meşruiyetinin olduğunu iddia etmek, kâğıt üzerinde ve cuntacı/komitacıkesiminmeşruiyet arayışıdır.

Aynı gerekçelerle 1982 Anayasası da, Türkiye gündemini en az 30 yıl ideolojik çatışmalara sahne kılan ‘ortamdan kurtarma’ bahanesiyle oluşturulmuş bir anayasadır. Türkiye’de Marksistler, dindarlar, muhafazakârlar, Kürtler, Aleviler ve milliyetçiler tarafından farklı saiklerle yapılan ve bir kısmı haklı olan sistem eleştirilerine tamamen kulak tıkanarak yapılmıştır. Ayrıca propaganda araçlarına getirilen yasaklar dolayısıyla hangi içerikteki bir anayasaya oy verdiğinden habersiz bir halkın oylarınadayandığından, 1982 Anayasası psikolojik desteği kazanmış olsa da sivil değildir ve nakıs bir anayasadır. Bu yeni süreçte, bugüne kadar yukarıdan aşağıya doğru yapılandırılan bütün anayasaların arasında tabanın taleplerini dikkate alan bir anayasa yoktur. İlk kez bu yenisiyle bu aşağıdan yukarıya taleplerin dinlenilmesine fırsat doğmuştur.

Bugün, onlarca defa yapılan Anayasa değişiklikleri gibi, 12 Eylül 2010 Anayasa değişiklikleriyle de ancak “sıva çatlakları” kapatılan 1982 Anayasası’nın bütünüyle ortadan kaldırılması ve yeni anayasanın yürürlüğe konulması bir zarurete dönüşmüştür. Çağdaş gelişmelerden haberdar, mukayeseli kamu hukuku, anayasa hukuku ve idare hukukunun son dönemlerde kat’ettiği mesafeyi dikkate alan; özgürlükçü, demokratik taleplere kulak tıkamayan, halkın teşkilâtlanma haklarının, kollektif haklarının önünü açan, milletin ortak değerleriyleuyumlu; adalet ve barış temeline oturan bir anayasanın hazırlanması halkın meşru beklentisidir.Her seviyeden yöneticiye de, milletin emanetini taşıyan ve onun hizmetini görmek üzere orada olduğunuhatırlatacak bir anlayışla anayasanın ruhuna dercedilmelidir…