Halk arasında aklı kıt olanlara deli denir. Aklı kime göre kıt, o da tartışılır çünkü az akılla da deli olunmaz!
İnsan manevi sahada mertebeler atlar ve sonunda Allah’ın izniyle Hakk-el yakin mertebesine ulaşır. Artık her şeyi Hakk görür. Hakk’tan çirkin bir şey hasıl olmayacağı için çirkinlerin şeytandan olduğunu ayırt edebilir. Mertebesi orda hazırken, tekrar zahire iner ki başkalarını da çekebilsin. Bu kişilere de elbette mürşit denir. Ancak mertebeden inemeyen, cezbe halinde kalan, üstelik fark âlemine de kavuşamayan insanlar vardır ki orası meczubiyet alemidir ve o kişilere de meczup denir.
Onlar Allah’ın özel kullarıdır. Onları seveni Allah sever. Onları Allah korur. Onlara zarar vereni Allah cezalandırır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, ders verirken kapıdan İbrahim b. Ethem geçer. Ebu Hanife o gidene kadar susar, ayakta, saygıyla bekler. Gidince talebeleri sorar: “Ya Ebu Azam. Siz ki onca âlimsiniz, o bir meczup. Nedendir bu saygı?” İmam-ı Azam yanıtlar: “Biz Allah’ın ilmi ile meşgulüz. O ise doğrudan Zatıyla!”
Deli Mehmet Ağa varmış. Deli deyip geçerlermiş. Her vakitte camide hazır bulunurmuş. Camide kendisine bakanlara “benimle olma, O’nunla ol” dermiş. İkazdan korktuğu için millet bakamazmış yüzüne. Safa katılmaz, en arkada kılarmış. İmam Allahu ekber diye bağırarak tekbir getirince, bağırırmış arkadan: “Şüphen mi var?!”
80’li yıllarda, Bursa’da, Boyacı Cemal varmış. Namazda sadece “Allah” dermiş. Onu bir camide görürlermiş, bir de Kâbe’de. Boyayalım dermiş. Boyatmak için ayakkabısını uzatanlara da “boyayalım, boyayalım, Allah boyasıyla boyanalım” dermiş. Büyüksün Baba diyenlere “Büyük müyüm yük müyüm” dermiş. Ne dese, bir gerçeğe dokunurmuş. Böğrüne dokunanlara küfredermiş, eklermiş de: “Fukara gönlüne her kim dokuna, dokuna sinesi Allah okuna!”
Yeryüzündeki mertebeler aldatıcıdır. Asıl mertebe Allah katındadır. O’nun katında da kimin ne olduğunu O’ndan başka kim bilebilir ki? Eskiler o yüzden her gördüğünü Hızır bil demişler. Ola ki mutlu edersin, Allah dostunu mutlu edeni mutlu eder. O fırsat insana hayatında bir kere çıkar, o da çıkarsa…
Malum Ramazan. Geçen haftaki usule devam edelim. Yazıyı bir Bektaşi fıkrasıyla bitirelim: Yazın sıcağında çalışmaktan bitap düşmüş, boğazı kupkuru, yorgunluktan ölecek Bektaşi, yolda sonunda bir çeşmeye rastlayınca yumuşmuş çeşmeye, lıkır lıkır dikmiş suyu. Gören biri çıkışmış: “Ne yaptın erenler? Oruç gitti!” Bektaşi soluk soluğa, rahatlamış, halinden memnun. “Oruç gittiyse yarın gene gelir, tutarız. Ben gidersem, bir daha gelmem!”