Türkiye bir paradokslar ülkesi…

Paradoks, ‘aykırı düşünce’ anlamına geldiği gibi ‘derin çelişki’ manasına da gelir.

Bu bağlamda bendeniz, Türkiye’nin, ‘derin çelişki’ anlamında bir paradokslar ülkesi olduğunu düşünüyorum.

Bu derin çelişkiye dair onlarca hatta yüzlerce örnek vermek mümkün…

Ama vaktin mana ve ehemmiyetine binaen bu yazıyı ‘cumhuriyete’ ayırıp bu kavram üzerinden gerçekleştirilen akıllara ziyan çelişkilere değineceğim.

 *

Peki, nedir cumhuriyet?

Cevaba geçmeden önce şunu açıkça ifade etmeliyim ki bu ülkedeki ideolojik yapılanmaların hepsinin ayrı bir ‘cumhuriyeti’ var ve bahsini ettiğim ‘derin çelişki’ de zaten bu nedenle yakamızdan düşmüyor bir türlü…

 *

Soru basit gibi görünüyor değil mi?

Dahası, ‘İlkokul çocukları bile bilir bu sorunun cevabını!’ diyeceklerin hiç de az olmadığına kalıbımı basarım.

İşte bu önyargı, bahsini ettiğim derin çelişkiye atılan ilk adımdır.

Dilerseniz birlikte irdeleyelim…

 *

Önce bu olguyu tanımlamakta fayda var.

Arapça kökenli olmakla birlikte Türkçeleşen bu kelimenin kökünde ‘cumhur’ yani ‘halk, millet’ vardır.

Cumhuriyet ise ‘meşruiyetini halktan alan yönetim’ diye ifade edilebilir.

Cumhuriyet, parlamenter, meclis ve başkanlık hükûmetleri formunda üç farklı şekilde tatbik edilebiliyor.

 *

Şu bir gerçek ki cumhuriyeti anlamlı kılan yegâne olgu millettir!

Peki, millet ne yapıyor?

Cumhuriyetin gereği olarak belli süreler için cumhurbaşkanını ve milletvekillerini seçiyor ve bu zevat aracılığı ile egemenliği uhdesinde tutuyor.

 *

Şimdi gelelim cumhuriyet üzerinden maruz bırakıldığımız derin çelişkiye…

Malum, bu memlekette bazıları kendilerini özellikle ‘cumhuriyetçi’ diye niteler ve haklara ve özgürlüklere dair herhangi bir konu tartışıldığında; ‘Peki, ya cumhuriyet? Cumhuriyetimizi ne yapacağız?’ şeklinde itiraz ederek cumhuriyeti ‘halka sağlanacak hakların ve özgürlüklerin’ tam karşısında konuşlandırırlar.

Örnek mi?

Yakın geçmişte Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi yönünde halkoyuna başvurulmak istendiğinde, anılan kesimin bu çabayı ‘cumhuriyet düşmanlığı’ gibi yansıttığı gerçeği hafızalardaki tazeliğini koruyor hâlâ…

‘Halkoylaması’ cumhuriyetin olmazsa olmaz şartlarından birisi iken bunu cumhuriyet düşmanlığı şeklinde değerlendirmek, başta da dediğimiz gibi Türkiye’ye has paradokslardan birisi olsa gerek.     

Hiç unutmuyorum, 28 Şubat sürecinde ortalığı kasıp kavuran başsavcı, bir TV programında aynen şu cümleleri kurmuştu:

‘Halk iradesiymiş, ıvırmış zıvırmış, geçiniz efendim!...’

Düşünün, bu adam cumhuriyetçiydi (!) ve kellesini istediği insanlar, ‘halkın oyu’ ile seçilerek cumhuriyet hükûmetlerinden birisini kurmuş kimseler olarak ‘cumhuriyet’ düşmanıydılar!

Böyle bir paradoks işte…

 *

Bugün, cumhuriyet artık 100 yaşında. 

Bu ülkede monarşi talep eden bir Allah’ın kulu olduğunu tasavvur bile edemiyorum.

Bu nedenle, ‘Herkesin cumhuriyeti kendine!’ yaklaşımındaki sakatlığa dikkati çekiyor ve bu kavrama ruh veren ‘halk ve millet’ gerçeğinin, ‘herkes tarafından kabullenilmesi gereken ortak payda’ olduğunun altını çizmek istiyorum.

 *

Aslında yazımıza serlevha ettiğimiz soru, Bediüzzaman’ın bir tespitinden mülhem…

Şöyle diyordu üstat;

“Cumhuriyet; adalet ve meşverettir!”…