İktisat bilimi, insanların nasıl karar verdiğini ve bu kararların ne gibi sonuçlara yol açtığını inceler. Bu açıdan iktisat bilimini; psikoloji, sosyoloji ve siyaset biliminden ayrı düşünmek imkânsızdır.
Neo-klasik iktisat ise ne yazık ki en başından beri bu bilimlere karşı oldukça mesafeli durmuş; hatta onları neredeyse tamamen yok saymıştır. Diğer taraftan da iktisadı, “bilim gibi bilim” olarak gördüğü fiziğe benzetmek için elinden geleni yapmıştır. Bunun için de aynen fizikte olduğu gibi iktisatta da evrensel kanunlar bulup çıkarmaya çabalamıştır. Böylece iktisat bilimi zaman içinde inanılmaz ölçüde matematikselleşmiştir. Ve günümüzde bu durum ne yazık ki devam etmektedir. Thomas Piketty’nin dediği gibi, “İktisat bilimi henüz o çocukça matematik tutkusundan kurtulamamıştır.”
Fizik bilimi genel anlamda “atom altı parçacıkları” inceler. Tahmin edebileceğimiz gibi, bir parçacık türünün bütün üyeleri tamamiyle aynı şekilde davranır. Örneğin, bütün protonlar elektronları “aynı şekilde” çeker. Bu zamana kadar kendine has bir tavrı ve karakteri olan ve canı sıkkınken elektronu çekmeyip iten bir protona rast gelinmemiştir. Bu durum da fizikçilerin model oluşturmalarını ve bu modellerden de kanunlar türetmelerini oldukça kolaylaştırmıştır.
Fizik bilimine öykünen neo-klasik iktisat da fizikçilerin protonları tek tip görmesi gibi insanların her birini tek tip olarak görür. Fakat bir farkla… Fizikte protonun davranışı gözlemlendikten sonra proton anlayışı geliştirilmiştir. Fakat neo-klasik iktisatta insanların davranışından hareketle bir insan prototipi oluşturulmamıştır. Bunun yerine masa başında kurulan modellerde “insan” çöp adam haline getirilmiş, sonra da tüm insanlık âleminin bu “çöp adam” gibi davranacağı varsayılmıştır.
Uzun lafın kısası fizikçiler için nasıl bir protonun diğerinden bir farkı yoksa neo-klasik iktisat için de bir insanın diğerinden farkı yoktur. Protonun ne kadar duygu ve düşünceleri varsa insanın da o kadar duygu ve düşünceleri vardır. Proton ne kadar beklenmedik şekilde hareket ederse insan da o kadar beklenmedik şekilde hareket eder.
Bu açıdan neo-klasik iktisat çerçevesinde oluşturulmuş olan modellerin temel amacı gerçek hayatı açıklamak değildir. Aksine, temel hedef matematiksel açıdan zarif “çöp adam” modelleri kurarak iktisat bilimini olabildiğince fizik bilimi gibi “pozitif bilim” haline getirmektir.
İşin üzücü tarafı neo-klasik modellerin gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmamasına rağmen, bu modeller çerçevesinde önerilen politikalar “gerçek hayatta” politika yapıcılar nezdinde çok ciddi bir karşılık bulmakta. Özellikle 1980’lerden bu yana. Bu açıdan, dünya ekonomisinde sıklıkla ciddi sıkıntıların ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı değil.
Dünyada iktisat bilimi ve iktisat politikası bu açıdan çok ciddi bir paradigma değişimi yaşamaya gebe. Dönüşümün ayak seslerini duymaya başladık. Dünyanın dört bir tarafında artık öğrenciler bile kendilerine öğretilen neo-klasik iktisada, “gerçek hayatta bunlar olmuyor” diyerek itiraz ediyorlar. İyi de yapıyorlar. Aynı hakikat arayışını politika yapıcılarımızdan da bekliyoruz. Unutulmasın: Doğru iktisat politikası, sırtını “gerçek hayata” ve hakikate dayayan iktisat politikasıdır.