Birkaç gündür Cumhurbaşkanımızın, CHP eski Genel Başkanı ve II. Reisicumhur İsmet İnönü hakkında söylediği sözler gündemi meşgul ediyor. Eleştirilerini 5816 heyulası sebebiyle Mustafa Kemal üzerinden yürütemeyen muhafazakârlar ise İsmet İnönü’ye ve dönemine yeniden oklarını çevirirken; CHP kurmayları, Milli Şef’in İstiklal mücadelesi kahramanı olduğu için bu saldırının muhatabı olduğunu dillendiriyor.

Bu hengâme arasında en tuhaf yaklaşım Soner Yalçın’dan geldi. Ona göre İnönü’nün hedefe konmasının sebebi, onun ve Mustafa Kemal’in bizi “şeflik, ağalık ve sultanlık düzeninden Cumhuriyet rejimine” kavuşturması. Bu durumda İnönü muhalifleri aslında despotik bir tek adamlık rejimi taraftarı oluyorlar. 1. Dünya Savaşı öncesi çok revaçta olan Faşizm ve Nasyonal Sosyalizm ile yine 19. yüzyıldan itibaren bir ulusun inşasında çok önemli olduğu gibi bir vehimle icat edilen antropolojik ırkçılığın bir bileşkesi olan Kemalizm’iCHP Parti programında kabul ettirip, 1936’da Anayasa’ya koyduran İnönü’nün ve selefinin “tek adam” olmadığını iddia etmek her şeyden önce bilime aykırı. İdeolojinin kuramcılarından Şevket Süreyya Aydemir’in Mustafa Kemal’i anlattığı eserinin adı dahi Tek Adam‘dır. Dolayısıyla Soner Yalçın’ın iddialarını şimdilik, içinde taşıdığı tüm tenakuzlarıyla birlikte şöyle bir kenara bırakmak lazım.

İstiklal Harbi sonrasında kurulacak rejimin başında Mustafa Kemal değil de, sözgelimi Fevzi Çakmak, Ali Fuat, Kazım Karabekir, hatta Enver Paşa olsaydı durum bugünkünden farklı olur muydu?

Cumhuriyet devrimi 1876’dan itibaren başlayan bir süreçti ve lideri kim olursa olsun gerçekleşmesi kaçınılmazdı. Devlet daha 1833’de Kavalalı Mehmet Paşa’nın Kütahya önlerine kadar gelip İstanbul’u tehdit etmesini dahi engelleyememiş, Ruslardan yardım istemek zorunda kalmıştı. Ruslar 45 sene sonra Bakırköy’e kadar gelip toplarını saraya çevirdiğinde ise onları durduracak bir ordudan bahsetmek mümkün değildi. Sonuç olarak bu şartlar altında bu milletin bir İstiklal Savaşı vermesi dahi mucizedir.

Kemalizm, içinde barındırdığı tüm olumsuzluklara rağmen bir ideolojiydi. Köy Enstitüleri’yle bir nesil inşa etmek arzusundaydı. Sonradan banileri tarafından dahi saçmalık olarak görülen Güneş-Dil Teorisi gibi arayışlarla yeni bir ulus kurmaya çalıştı. Bu gidişata itiraz edenler mevkilerine ve vatanseverliklerine aldırış edilmeden tasfiye edildi. Doğruydu. Yanlıştı. Artık sorunumuz bu değil.

Mevcut CHP’nin bir ideolojisi, yanlış dahi görsek bir çözüm önerisi bulunmuyor. Kalesi kabul edilen İzmir’in Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu dahi bunu yüksek sesle söylüyor. CHP, içinde bulunduğu haliyle bir meyyite benziyor. Ölüyü diriltmenin faydası ne? Artık giderek marjinalleşen, mezhepçi, bağnaz hatta bölücü unsurları vitrinine taşıyan bir parti görünümüne bürünmüş durumda.

Tartışmaları İsmet İnönü ya da Mustafa Kemal üzerinden yapmak, CHP’ye hak etmediği bir mevki vermek olmaz mı? Cumhuriyetin bu iki kurucu şahsı, CHP’nin tabanı tarafından iktidarın itiraz ettiği yönleriyle değil, Milli Mücadele kahramanı sıfatıyla sahipleniliyor. Dikkat edin. Küçük bir azınlık dışında kimse Atatürkçülük namına, “Batı’nın bir parçası olmayı, halkın değerlerine ve kutsallara düşmanlık etmeyi” anlamıyor. Bilakis muhalefet ederken dahi İzmir Marşı’ndan kuvvet buluyorlar. Ne diyordu o marş:

İzmir’in dağlarında çiçekler açar/Altın güneş orda sırmalar saçar/Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar/Türk’ün sancağını öne koydular/Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular/Kader böyle imiş ey garip ana/Kanım feda olsun güzel vatana/Peygamber kucağı şehitler yeri/Çalındı borular haydi ileri/Bozuldu çadırlar kalmayın geri/Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa/Adın yazılacak mücevher taşa/

Devletin asıllarına, bin yıllık köklerine dönmesini arzu ediyorsak, artık kısır ideolojik tartışmaları bir kenara bırakmamız lazım. Çünkü gerçekçi değiller. Derdimize derman olmuyor, sadece yolumuza takoz koyuyorlar.