CEREYANLAR SARMALINDA
Müslüman kitleler umudunu siyasete bağlamış durumda. Bu umudun kuşkusuz olumlu/olumsuz yanları tartışılabilir. Aynı kitleler iktidar olma niteliğine ulaşmaya başlayan Müslümanların ‘devlet olma’ vasfını iyiden iyiye arzu ederken -kimi coğrafyalarımızda şahit olurken- meselenin arka planına da dikkat kesilmeye başladılar ister istemez. Yani içinde yaşadığımız zaman dilimindeki İslam düşüncesine, akademik çevrelerden entelektüellere, eli kalem tutanlardan meseleyle ilgilnen her kesimden bir rağbet var. Sosyoloji, felsefe ve siyaset bölümlerinde Çağdaş İslam Düşüncesi alanında çalışma yapan, yapmak isteyen araştırmacıların sayısı her geçen gün artıyor. Peki dillere pelesenk edilen Çağdaş İslam Düşüncesi derken ne anlıyoruz, neyi kast ediyoruz? Mesela neden Çağdaş İslam Felsefesi demiyoruz da düşünce terimini kullanıyoruz? Bu sorularının cevabını arayarak işe koyulabiliriz. Kanaatime göre felsefe kelimesinin/kalıbının tüketilmişliği ya da hayli yorgun oluşu düşünce sözcüğünü kullanmamız için önemli etkenlerin başında. Yine felesefenin bir disiplin olarak kendine has tanımlarının dışına taşan anlamları içerdiği için; daha geniş daha esnek bir kavram olduğu için düşünce kelimesi daha yerinde.
İkili tasnif
Meselenin en kıymetli tetkikçilerinden Prof. İsmail Kara, Çağdaş İslam Düşüncesi ibaresinin kendisi dışında kalan İslam Düşüncesinden ayrıştırıcı bir kalıp olduğuna ilişkin ikili bir tasnif yapmak suretiyle, İslam dünyasında çağdaşlaşma hareketleri başlamadan önce ve sonra olmak üzere, bir yolun izlenmesinin sağlıklı ve istikrarlı olduğunu ifade eder. Çağdaş kelimesi İslam düşüncesinden farklı noktalarının bu tasnifte belirleyici olduğunu söyler. Öyleyse bizdeki hikayede durum nasıl?
Çağdaş kavramı dilimizde modernitenin karşılıklarından birine denk gelmekte bilindiği gibi. Batıda ise isntisnalar dışında modern/çağdaş kavramlarının din ile mesafeli hatta onunla çatışan bir unsur olduğu İslam düşüncesinin başına geldiğinde taşıdığı anlam bakımından bir yönüyle bugünü/günümüzü/şimdiyi ifade ederken bir yönüyle de geleneksel olana karşıtlık olarak anlaşılabilir.
Bütünün parçası
Tarih süreklilik içinde okunur, okunmaldır. Herhangi bir dönemi öncekilerinden, sonrakilerinden yalıtarak bir değerlendirme yapmak anlamsızdır. Dolayısyla İslam düşüncesi de kendi içinde bir çizgiyi ifade eder. Çağdaş İslam düşüncesi dediğinizde o tarihsel düzleme bakıldığında belli sabiteleri de görmek mümkün olabilir. Çağdaş öncesi ya da klasik dönem düşüncesi neyin üzerine bina edildi sorusuna genel bir çerçevede üç ana unsurdan söz ederek tarif getirmek mümkündür. Bunlar kelam, Grek mirasının tercümeleri ve yeniden yorumlanması ve tasavvuf olmak üzere İslam düşüncesinin sac ayaklarını teşkil ederler. Nazariyat olarak ifade edilen bu umdeler genel itiabari ile İslam düşüncesinde belirleyici olagelmişti.
Temel itibariyle nazari gelenek olarak ifade edilen başlıkta inceleme yapılabilir İslam düşüncesini irdelerken. Yaşadığımız çağ yeni bilimler yeni yöntemler/yönelimler ve yeni sorunlarla akıyor; bununla beraber yapısal nazariyatın devamlılığından söz etmek mümkün. Nazariyat: Teoriler, akli ve fikri esasa dayanan teori. Peki sözünü ettiğimiz nazari gelenekte ne vardı? Tarihsel seyir içinde şunları ifade etmeden izah getirmek yanlış olur. Hicaz Hz. Peygamber’e kadar ancak lokal bir güç merkezini ifade ediyordu. Yani dünya ticareti, yahut bilgi üretimi açısından geri kalan bölgelere tesir edebilecek bir noktada değildi. Miladi 6. asrı takip eden devirlere bakıldığında ise İslam’ın hemen hulefa döneminden itibaren Akdeniz, İran ve Afrika’ya doğru yayıldığı görülür. Mısır, İran üzerinden çizilen hilal ve neticede Hazar’a kadar yerleşir. Bugünkü haritada Kıta Avrupasından Hind coğrafyasına kadar yerleşme başarısı gösterir. İşte bu yerleşme dünyadaki en önemli gelişmelerden bir tanesidir. İslam düşüncesi dediğimiz şey de hicri 3-4-5. asırlarda birikim oluştumaya başlayan bir fikir.
Kelam, tercüme/yorumlama ve tasavvuf
Evvela kelamın İslam dışında kalan inançlara bir izahat ve savunma refleksi ile insiyatif aldığını, bu bağlamda dış dünyaya anlatıma dair birtakım yöntemler geliştirdikleri vakidir. Sonrasında yukarıda da geçtiği gibi Grek mirasının tercümesi ve yeniden yorumlanması ile oluşturulan bir gelenek var ki bu tüm dünyaya şamil bir çaba olarak tarihe geçmiştir. İbn Sina, Farabi gibi isimlerin ortaya çıktığı evre işte bu dönem rast gelir. Son olarak ise İslam düşüncesinin temel dinamiklerinden biri olarak tasavvuf başlangıçta daha ameli/pratik bir düzlemdeyken zamanla ahlak nedir, din nedir gibi soruların cevabını arayarak İslam düşüncesine başka yönden bir katkı sağlar. Çağımızda da bu sac ayakları form değiştirmekle beraber nazari mirasın taşıyıcısı olarak çağdaş İslam düşüncesinin ana hatlarını oluşturuyorlar.
Etkileşimin zorunluluğu
Düşünceyi herhangi bir zaman kalıbıyla ele aldığınızda o zamana ilişkin gelişmelerin düşünceyi etkilmemesinin mümkün olmadığını söyleyemeyiz. Bu anlamda batının düşünce üretimini arttırdığı dönemlerde İslam dünyasının izole bir hal içinde olduğunu ifade etmek son derece yanlış olacaktır. Hele hele batının sadece düşünce planında değil siyaset ve sınırları belirleme noktasında yeni bir güç merkezi olarak belirdiği, İslam dünyasının siyasi mekanizmalarının giderek zayıfladığı dönemler İslam düşüncesi için de hayati öneme sahip gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Pozitivizmin dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda Müslümanların/İslam düşüncesinin bundan etkilenmediğini kim söyleyebilir. Bazen karşı argüman üreterek bu tip ideolojik tazyiklere karşı set olma vasfını üstlenmiş olan İslam düşüncesi zaman zaman da sosyal, siyasal, fikri anlamda bir yenilmişlik psikolojisiyle bir uzlaşma yolunu tercih etmişlerdir. Dün İslam sosyalizmi gibi kavramsallaştırmalar oluşturulmaya çalışılırken bugün postmodernizmin Müslümanlara sevimli gelmesi ya da liberal Müslümanların ortaya çıkması bu karşılıklı etkileşimin en çarpıcı örnekleridir.
Hepimizi kapsayan bir tarz
Batıya ait egemen bir söylemin baskın geldiği günümüz dünyasında evrensel bir İslam düşüncesinden söz etmek mümkün mü? Bu soru içinden geçtiğimiz çağda üzerinde en çok durulması en çok tartışılması gereken sorulardan biridir kanımca. Yani ulus-devlet, milliyetçilik hatta mezhep farklılıklarının İslam dünyası için ayrıştırıcı unsurlar olduğu ve belli merkezler tarafından ha bire körüklendiği çağımızda tüm Müslümanları kapsayan bir düşünce var mı sorusunun cevabı oldukça hayatidir.
Bilgi üretimi noktasında eski günlerini özleten İslam dünyası için bilgi zemini ziyadesiyle daraldığı için bilgisiz bir düşüncenin olamayacağını düşündüğümüzde karşımıza karanlık bir tablo çıkabilir. Yine ‘öteki’ ile yaşama tecrübesinin yukarıda saydığımız sebeplerle terk edilmesinden kalkarasak bir girdaba girmemiz mümkün. Evet bu tehlikeler İslam dünyası için tashihe muhtaç ögelerdir. Son olarak belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar kavramlarımızın kirletildiği süreçlerden geçiyoruz; bu üç unsura mukabil tüm farklılıklarımıza karşın İslam coğrafyalarının hemen her tarafında benzeri ortak duyarlılıkları/refleksleri görmek mümkün. Ortak kavramlara farklı anlamlar yüklense de özde aynı şeyi anlayan bir Müslüman dünya var. Bu gerçeği gözden kaçırmamak gerekir.
Müslümanlara/Müslümanlığa yüklenen anlam her zamankinden daha sevimsiz gelebilir. Pejoratif söylemin egemenlerce pekiştirmeye çalıştığı, İslam Dünyası için ciddi anlamda yıpratıcı bir tesir oluşturabilir ancak -sonuçları tartışmalı olsa da- seri devrim süreçleri geçiren Müslüman ülkelerdeki toplumsallık siyaseti de aşan, daha derin anlamlar kazanan birşey değil midir. Bu türbülansın arkasındaki düşünsel çaba görmezden gelinebilir mi! Bu dinamizm yeni bir akım çıkaracaktır kuşkusuz; zira artık İslam dünyasında çok fark edilmese de kendisi üzerine düşünme var. Kendisi üzerine düşünen, sorgulayan dolayısyla insiyatif almaya matuf bu nitelikli insanlar kümesi belli kaygıları toplumlarımıza taşıma anlamında mühim görevler üstlendiler. Bunu görmemek körlüktür. Kaldı ki politik olarak yeni birtakım kaygılarla hareket eden kadroların toplumlarına ıslah edici etkiler yaptığı apaçık ortada.
Ciddi kıymete haiz kaygıların Müslüman toplumları değiştirip dönüştüreceği muhakkak. Kısa vadede maliyeti ağır olsa da statik görünümlü yapıların yerini öze dönük ve dinamik yapılara bıraktığı bir gerçek. İslam dünyasının kendi arasındaki enformasyon ve birbirini izleme/birbirine karşı olan duyarlılık iyimser olmak adına en kritik sebepler arasında. Farkındalık arttı/artıyor.
Netice itibariyle tartıştığımız meseleler sadece düşüncelerin dünyası ile alakalı değil; bütün bir İslam toplumu içinde sosyal, felsefi, kültürel değişim ve dönüşüm ürünler olarak bazı fikirler, bazı kişiler ön plana çıkacaktır. İslam dünyası için saydığımız bunca sorun esasen yeni bir fikri üretimi zorunlu kılan ve toplumsal dönüşümü de iç dinamiklerden kalakarak gerçekliğine kavuşturacak olan bir zemini doğurmuştur.