Yeterince farkında olup olmadığımızdan emin olmadığımız bir büyü bozumuyla karşı karşıyayız.

Üstelik bütün insanlığı etkileyen bu büyü bozumu, büyüsü bozulmuş bir dünyanın eseri.

Her şeyi din dışı bir dijital varlık hâline getiren internet ya da sosyal medya, en başta çocukların büyülü dünyasını mahvetmiş durumda.

Çocukların hayal ederek ürettikleri, karşısında şaşkına döndükleri imgeleri ve oyunları kalmadı artık.

Hayale gerek bırakmayan her türlü dijital içerikle büyülü deneyimleri ellerinden alındı çocukların.

Hayatları mahalleden, sokaktan koparılan çocuklar; dijital sokakların, mahallelerin bilinmezliklerinde yalnız ve korunaksız bırakıldılar.

Üstelik annelerinin, babalarının yanında ama onlardan kopuk olarak.

Çocuklar dünyaya büyülü bir samimiyetle bağlıydılar.

Oyun oynarken kendilerini şeylere dönüştürüp, dönüştükleri şeylerle temasa geçerek hayal dünyalarını geliştiren çocuklar, şimdi başkaları tarafından şekillendirilmiş dijital içeriklerle muhataplar.

Hayal kurma ve o hayal ile büyülenme imtiyazı elinden alınmış çocuklar, dünyanın geleceğini nasıl tasarlayacaklar.

Büyüsü bozulmuş dünya, şiddeti de dijitalleştirdi.

Ekranlardan akıtılan görüntüler, gerçek acının muhitine bile uğramadan diğerlerinin arasında sıradanlaşarak gözlerimizin önünden akıp gidiyor.

Acının hükmü, sadece bir parmak hareketiyle bir sonraki görüntüye geçinceye kadar sürüyor ne yazık ki.

Cesedi yanmış, parçalanmış bir Gazzeli bebeğin görüntüsünün hemen bir üstünde ya bir eğlence paylaşımı ya da bir müstehcen içerik varken hemen bir altında yine sizi bir anda bambaşka bir dünya ile tanıştıran her türden başka içerikler var.

Acının sunulduğu akışta, acı da bir anda akıp gidiyor işte; kalımsızlığın kalımına yenilerek.

Oysa empati kurulabildiğinde, hissedilebildiğinde uykuları kaçırması gereken bir acıdan bahsediyoruz.

Adaleti, merhameti, vicdanı tıkanmış bir dünya, büyüsü bozulmuş ve bizi şaşırtmaktan uzak bir dünyadır.

Artık ne yapacağını ve nasıl tavır takınacağını bildiğimiz “BM’li beşli çetenin” hâkim olduğu bir dünyada; umutlu olmamızı besleyen ve olmasını ümit edebileceğimiz bütün sürprizler uçup gitmiştir.

Tek seçeneğin dayatıldığı, seçeneksiz bir dünya!

Çocukları ve gençleri motive eden en önemli şey, kurdukları hayallerin bir gün gerçek olabileceğini ummasıdır.

Bu dijital ve büyüsü bozulmuş dünya çocuklara ve gençlere, “Çabalasam ne olacak, sonuç belli” dedirttiği için çok daha farklı bir gelecek hayalini de çalmak üzeredir.

Farklı bir gelecek ancak çocuklarımızın ve gençlerimizin hayalleri kadar gerçekleşebilir.

Eğer onlar artık hayal edemez noktaya sürükleniyorlarsa, kendilerini şeylere dönüştürüp onlarla bağ kuramıyorlarsa, zihinlerinde daha önce hayale gelmemiş tasarımlar üretemiyorlarsa bundan hepimizin endişe duyması lazım.

Lakin ne yazık ki sırf sesinden ve isteklerinden kurtulmak, dizisini ya da gündüz kuşak programını rahat izlemek için çocuğunun eline ekranı tutuşturan zihniyetin de aşılması kaçınılmazdır.

Gerçek dünya ile “bakış alışverişimizi” kaybetmek üzereyiz.

Zira “Gözden kaybettiğimiz nesnelerin sihirleri, auraları da kaybolur.” diyordu Walter Benjamin. 

Gerçeğin yerini alan dijital ve sanal yanılsamalar başka bir şey de veremiyor dünyaya büyülü bir gözle bakması gereken çocuk gözlere.

Çocuklarımız anlatısı sırlarla dolu, büyülü masallarını dinlediğimiz dedelerinden ve ninelerinde de artık mahrumlar.

Theodor W. Adorno’nun korkusu da bizimkiyle aynıdır efsanevi ateşi sönmüş dünya konusunda.

“Artık ne dua etmeyi hatırlıyoruz ne de tefekküre dalmayı” acı gerçeği hemen orada duruyor işte.

En azından, özlem duyduğumuz o geçmişi hatırlatacak hikâyeyi anlatacak büyüklerimizi de kaybettiğimiz gün, büsbütün hikâyesiz ve geçmişsiz kalma korkumuzu diri tutalım.

Zira o korkuyu da kaybetmekle karşı karşıyayız…

Ey Gazzeli bebek!

Acın, sahte ve büyüsü bozulmuş bir dünyada dijital ve riyakâr hikâyeciler tarafından yok sayılsa da gerçek bir cennet mükâfatındır Allah’ın izniyle…