“…Ne doğruluk, ne doğru/Ne iyilik, ne iyi/Bahçende en güzel dal/Unuttu yemiş vermeyi…”

Böyle diyor Arif Nihat Asya, Peygamber Efendimiz’e ithafen kalem aldığı naatında… Mânâ, şairin kalbinde saklıdır elbet. Fakat dizelerin tercüman olduğu hâller de vardır. İşte o hâllerden birini izah için bu mısralardan yola çıksam ve desem ki, “Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni görmedikleri hâlde bana inananlardır” Hadis-i Şerif’inde bizlere takdim edilen Resulullâha kardeş olma mâkâmının kadrini kıymetini bilemedik, beni yadırgar mısınız? Bilemem…

Fakat gördüğüm, bildiğim bir şey var; o da, bu ülkenin geleceğini inşâ edecek, bizlerin medeniyet tasavvurunu hayata geçirecek yavrular eksik baharlarla yaşıyor. Ortaöğretimde olan yavrularımız, TEOG ile güneşsiz, yemişsiz yitik bir yıl geçiriyor.

Zira, Peygamberlerinin tavsiyeleri ile zamanın yaptırımları eğitim sistemimiz gereği yer değiştirdi. İnsan olmak, kul olmak vasıfları, dünyevî kariyerler için ihmale sevk ediliyor.

Sınav baskısı altında bir yılını geçiren bu yavrularımız, bu sancılı dönemi teneffüs etmeye mecbur bırakılıyor. 13 yaşındaki yavrular bu dönemde bırakın yaşıtlarıyla oyun oynamayı, çiçeklerin, ağaçların adını bilmeyi, mevsimlerin hikmetinden istifadeyi, tebessüm etmeyi, hatır sormayı, arkadaşının derdiyle dertlenmeyi, güzel olanı görmeyi, gözyaşını silmeyi, arkadaşının sırrını taşımayı unutarak makineleşmiş bir ahval ile sınavlara çalışıyor.

Zamanlarının çoğu okulda, etüt merkezinde ve odalarında minimum 300 adet test çözme sendromu ile geçiyor. Güneş ömürlerinden işte böyle çalınıyor.

Güneşi görmeyen dal çiçeğe durur mu? Yemiş verir mi? İyiliği, doğruluğu kâğıda düşürülmüş harflerden ve rakamlardan öğrenebilir mi? Sanmıyorum…

Yukarıda yer verdiğim mısraların şairi belki Mekke’de bir hurma ağacının eskisi gibi meyveye durmadığından söz etmiştir. Belki tam da benim anladığım gibi, ümmetin yeşermek yerine kuruyan insanî vasıflarından, vermek yerine almaktan, aldıkça solmaktan söz etmiştir deyu o iki mısraa tutundum bugün.

Çünkü bütün çocukları ayçiçeklerine benzetiyorum. Tıpkı ayçiçekleri gibi ışığın geldiği yöne döndürürler bakışlarını. Saf ve masum bir gayrettir bu… Zira, halk ettiği her bir şeye güzele dair, güzelliğe dair kodlar yükleyen Rabbin marifetidir bu.

TEOG mağduru öğrencilerimi seyrederken güç yetiremiyorum güneşleri önüne gerilmiş kalın sistem perdesini çekmeye… Ve çok üzülüyorum. İşte bu üzüntümün yüküyle soruyorum: Kıl payı aldığımız referandum sonrası, Başkanlık sistemiyle yol kat ederken, ülkenin bahar çiçeklerinin çalınmış güneşi onlara ne vakit geri verilecek?! Bu güneşten mahrum eğitim sistemiyle büyüyen çocuklar mı medeniyet inşâ edecek? Onlar erguvanın, mimozanın, begonvilin rengini bile bilmiyor. Beş kıtalık şiiri ezberlemeyi yük sayıyor!

Bu hafta sınava girecek, TEOG mağduru(!) tüm yavrulara dualarım, bu yavruların çocukluğunu çalan, aslını deforme eden onların güneşi önüne “Eğitim Sistemi” ile perde çekenlere itirazım var!

Şiirsiz, sanatsız, renksiz, ruhsuz bu sistemle hoyratlaşan gençliğimizin kendine ve çevresine vereceği her zararda payımız var!

Güneş hükmündeki devlet yetkilerine ayçiçeği gibi gönüllü dönecek milyonlarca çocuktan çalınan güneşin maddî-manevî vebali var!