Çarşamba günü Ankara’nın göbeğinde, devletin üç kritik kurumunun tam ortasında tahrip gücü oldukça yüksek bombalı bir terör saldırısı yapıldı. Olayın meydana geliş şekli, ne kadar profesyonelce tertiplendiğini adeta haykırıyor. Askeri servisler hedeflenmiş, çıkış saatleri izlenmiş, bombanın patlatılacağı yer mesaj yerini tam bulsun kabilinden özenle seçilmiş ve piyonlar harekete geçirilmiş. Şehitlerimiz, yaralılarımız ve gazilerimiz var. Rabbim Adetullah’ı üzere şehit ailelerine sabr-ı cemil, yaralılara dayanma gücü ve ailelere de metanet lütfedecektir.

Her zaman olduğu gibi timsahlar müttefiklerimizden(!) gelen kınama mesajlarının samimiyetsizliğinde gizlendi. İlginçtir! İlk taziye mesajlarından biri hoyrat ve nobranca sınır ihlali yaptığı için uçağını avladığımız Moskof’tan geldi. Calib-i dikkat bir husus olarak not ettim bunu.

Ülkemiz tam bir ateş çemberi içerisinde. Bizi köşeye sıkıştırmaya, bir şey yapamaz hale getirmeye çalışıyorlar. Yangın etrafımızı sararken bizden müdahale etmememizi istiyorlar. Bizden itaat etmemizi, hizaya girmemizi, çıkıntılık yapmamamızı, uysal olmamızı istiyorlar. Binlerce kilometre uzaktan gelip iktisadi, tarihi, kültürel, coğrafi ve hepsinden önemlisi dini bağlarımızın olduğu ata yadigârı bu topraklarda istedikleri gibi domuz otlatmak istiyorlar. Onlar bizim topraklarımızın ve çocuklarımızın üzerinde atlarını tepiştirirken bizi de seyirci yaparak zehirlemek ve kendimizden nefret eder hale getirmek istiyorlar. Önce uyanmaya başlayan özgüvenimizi bitirmek sonra da bizi aynaya bakamaz hale getirecek bir utancın parçası kılmak istiyorlar. Kendi tarihinden geride kalan bir millete dönüştürmek için şuurumuza “hannas” düğümü atmak istiyorlar.

Jeopolitik ya da teo-politik hedeflerinden öte; bizi köşemize çekilmeye zorlamak istiyorlar. Mesele sadece Suriye’yi kimin yöneteceği, Rusya’nın Lazkiye’deki askeri üssü, İran’ın savunma hattını Akdeniz’den başlatmak istemesi; hatta sınır hattımızda bir Kürt devleti kurmak istemeleri değil. Çok daha önemli ve psikolojik bir sebepleri var.

Bizi mutsuz etmek ve karamsarlık çukuruna itmek istiyorlar. Çocuklarımızın gözüne baktığımızda, bombaladıkları okulların enkazından çıkarılan ölü çocukları hatırlayalım istiyorlar. Başımızı uykuya koyduğumuzda kaldırım taşlarını yastık yapan mültecileri hatırlayalım istiyorlar. Sofraya oturduğumuzda lokmalar boğazımızdan geçmesin, düğüm düğüm olsun da burnumuzdan gelsin istiyorlar. Yeniden doğması yakın olan “yakin” için ufka bakan gözlerimizi bomba dumanları içerisinde köreltmek, ümmetin umudunu sükûtu hayale uğratmak istiyorlar. Bunlar “belhüm edall”… Her gün daha çok ölelim istiyorlar. Biz öldükçe hepsi birden “dead can dance” eşliğinde yamyam dansına başlıyorlar. Bu ahmaklar ölülerimizin öldüğünü sanıyorlar. Ölerek dirildiğimizi ve dirilttiğimizi bilmiyorlar. Pes ederiz zannediyorlar.

Pes etmeyeceğiz.

Çünkü biz pes edersek, şer dillenecek.

Biz pes edersek, salah susacak.

Biz pes edersek, vicdanlar ağlayacak.

Biz pes edersek, esmer çocuk kaybedecek.

Hayır, hiçbir kahır ilanihaye sürmeyecek.

Sonunda yiğit düştüğü yerden kalkacak.