“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”
Türkiye kilit bir noktada bulunuyor. 100 yıl önce çevresinde bulunan bütün ülkeler, 300-500 yıl beraber yaşadığımız insanların yurdu idi. Şaka gibi 500 yıl, yaklaşık 10 kuşak eder. O kadar iç içe geçmişlik var ki etle tırnak gibi birbirinden ayırmak o kadar zor. Osmanlı Devleti yıkılırken Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan ve bütün cephelerden 100 binlerce insan Anadolu topraklarına göç etti. Teyzeler, amcalar, halalar Saraybosna’da, Üsküp’te, Halep’te, Şam’da, Batum’da, Kerkük’te kaldı. Torunlar birbirini arıyor ve hala Türkiye’ye göç devam ediyor.
Koca Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye yıkılırken yaşanan zulmün ve travmanın tarihini hala yazamadık maalesef. Yüz binlerce insan soykırıma tâbi tutuldu. Kitlesel katliamlar yapıldı. Acılar büyük olunca hafızalar kayboldu zîra bu yükü taşımak mümkün değildi. Osmanlı’dan kalan coğrafyalarda tarihi yok etme süreçleri devam ediyor. İnsanlar soykırıma ve asimilasyona tabii tutulurken tarihî eserler de yok ediliyor, yüzyılların hatırası silinmek isteniyor.
20. yüzyılın sonunda “çağdaş” Avrupa’nın göbeğinde ve de nezâretinde bir soykırım yaşandı. 1992-1995 yılları arasında Bosna-Hersek’te 250 bin Boşnak sadece Müslüman oldukları için Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin gözleri önünde katledildi. 2 milyon insan yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Boşnaklar hem katliamı yaşadılar hem de sonunda “Dayton Anlaşması” denen deli gömleğini giymek zorunda bırakıldılar. Bu dayatma anlaşmayla Bosna Hersek topraklarının yüzde 49’u, uyduruk Sırp Cumhuriyeti’ne teslim edildi. Ve bu cumhuriyet şimdi Bosna ve Hersek Federasyonu’nu ahtapot gibi kuşatıyor.
Bosna-Hersek’te yaşanan soykırımı, Saraybosna Üniversitesi Uluslararası Hukuk ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçları Araştırma Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Çekiç uzun araştırmalar sonucunda belgeledi. 2601 sayfa ve 3 ciltten oluşan rapor hazırladı. Bu raporun sonuç kısmı Leyla Orak Çelikboya, Elmas Orak tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve Lutka Kitap tarafından basılmış.
Çekiç Hoca raporunda Sırpların “büyük Sırbistan” hayaliyle önlerinde engel olarak gördükleri Müslüman Boşnakları yok ederek emellerine ulaşmak için nasıl bir soykırıma giriştiklerini bütün detaylarıyla ve delilleriyle anlatıyor. “Sırp suçlular aciz, korumasız ve silahsız sivillere fiziksel ve ruhsal kötü muamelelerde bulundular; kadınları, kızları, küçük kızları aşağıladılar (coplarla, sopalarla, saman çatallarıyla) dövdüler ve ardından topluca, sistematik olarak ve organize bir biçimde onların ırzlarına geçtiler. Onları cinsel yönden istismar ettiler, mağdurların yüzlerine haç işareti kazıdılar (ve hatta öldürülen Boşnakların vücutlarına haç figürleri ‘yaptılar’.)” Kitapta Sırpların alçak cürümlerine dair yüzlerce örnek var. Öldürdükleri Boşnakları toplu mezarlara gömen ve de tanınmamaları için ceset parçalarını farklı yerlere taşıyan sefihliklerden daha nicelerine şahit oluyoruz.
Bilemiyorum, Boşnak Soykırımı bizim göçmen düşmanlarına bir şey ifade eder mi? Boşnak Soykırımı’nın en etkili belgelerinden biri de Saraybosna’nın farklı bölgelerinde nöbet tutan mezar taşlarıdır. Bu taşlardan bir tanesi de Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’e aittir. Boşnak şehitlere Allah’tan rahmet diliyorum. İbret alırsak tarih tekerrür etmeyecektir.