CHP bürokratları bildiğimiz gibi. Genel başkanlıktan lokal yönetimlere kadar…
Efendilerden aldıkları yeni emrin doğrultusunda, açık ve net bir şekilde yürüttükleri terör örgütü propagandalarını hızlandırdılar.
Neymiş, Selahattin Demirtaş haksız ve hukuksuz yere hapiste yatıyormuş. Cezaevinde de ziyaret etmişler. Demirtaş siyaset adamıymış, barış insanıymış. Politika üreten bir lidermiş…
Trinidad&Tobago’da yaşamadıklarına göre, Türkiye’ye dair bu denli naif, bu denli bilgisiz olamazlar. ‘’Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz!’’ naraları atan, 6-8 Ekim olaylarının azmettiricisi olan, ‘’PKK sizi tükürüğüyle boğar’’ diye Türkiye devletine ve milletine meydan okuyan Demirtaş’ı savunmaları boşuna değil yani.
Hiç çekinmeden gençleri de kendi iğrenç politikalarına alet ediyorlar. Usanmadan, yılmadan yalan söyleyip bozgunculuk yapıyorlar. Sonra da sağda solda ‘’Atatürkçülük’’ taslıyor, ‘’Cumhuriyet’’ tiratları atıyorlar.
Diğer yandan günlerce gündemimizi meşgul eden ‘’doktorlar’’ mevzuu.
FETÖ’cülüğü tescillenen bir doktorun doktor bir oğlu. Bir uzman çavuşa ‘’şiddet’’ ithamında bulunarak iftira attı. Eğer kamera kayıtları ortaya çıkmasaydı bambaşka bir gündem oluşacaktı. İşin hepten rezalete dönmesi ise; hatırı sayılır bir doktor güruhunun bu adiliği zerre utanmadan devam ettirmesiydi. Müthiş bir kibir ve yüzsüzlükle iftiraya, yalana, itibar suikastına devam ettiler. Bir yazıyı bu korkunç zihniyete ayırmak bile yetersiz kalacaktır aslında. Ama uzatmayayım. Neticede hakiki doktorluğun bu olmadığını hepimiz biliyoruz. İyi niyetli, hizmet aşkıyla yanan vatandaşlarımızın hakkına riayet ediyoruz. Tedavi ettiği hastanın ardından hemşire ekibine, ‘’ Şehit annesidir, bir öf bile demeyiniz’’ yazılı not bırakan Dr. Ayşenur ile bu şarlatan pislikleri aynı kefeye koyacak değiliz.
Fakat Türk Tabipler Birliği’nin kepaze başkanını ve görev arkadaşlarını, TTB’nin ‘’kurumsal’’ misyonunu aynı çirkin kulvarda değerlendiriyoruz.
Sınır ötesi ve ülke içi askeri harekâtımızın tamamına karşı çıktılar. PKK/YPG’nin üst seviye idarecilerine ‘’barış, dostluk ve demokrasi’’ ödülü verdiler. Hatta TSK’nın hendek operasyonlarında sivilleri öldürdüğünü iddia edip, Türkiye’nin global çapta yargılanmasını istediler. FETÖ firarileriyle güle oynaya videolar çektiler. Terörist kamplarına ilaç sevkiyatı dahi yaptılar…
‘’Kuytul’’ problemi desek; kalitesiz, yetersiz, ucuz bir FETÖ alternatifi. Elbette can sıkıcı. Her fırsatta fitne çıkartıp, huzursuzluğa sebep oluyorlar. Yalnızca Adana’da 50’den fazla illegal eylem gerçekleştirmişler. Polislerle kurdukları ‘’sıcak’’ temaslar da bunun bir parçası. Her türlü pisliği yapıp, eşkıyalığa soyunup, onun bunun servetine çöküp, ‘’mazlum’’u oynuyorlar.
İşin ucu, terör ve uyuşturucu çetelerinin canına okuyan Süleyman Soylu’yu avlamaya dayanıyor. Yalnızca Kuytul gibi tiplerin değil, temizlenememiş polis kadroları üzerinden de Soylu özelinde devletin imajıyla uğraşıyorlar.
Bitmek bilmeyen bir kaos atmosferinde psikolojik savaş veriyoruz.
Tahammül edilecek bir durum değil artık:
Erdoğan liderliğinde, ‘’meta’’ projelerden, dijital kültürden, siber savunmadan, inovatif yatırımlardan, teknolojik fetihlerden konuşan, konuşmakla kalmayıp fikri fiiliyata döken, tüm bunların yanında global ekonomi krizinin yansımalarıyla savaşan bir Türkiye profilini; kendi küçük, vizyonsuz, satılık dünyalarına çekmeye çalışıyorlar. İnsan, ağaç ve devlet basit birer rant objesi bunlar için. Gerekli randımanı alamadıkları her iyiliğe, her hizmete karşılar. Millete kör, hakikate sağırlar. Türkiye’nin dünü, bugünü ve geleceği için safi zararlar…