Mart ayı Türk diplomasisi için oldukça hareketli geçiyor. Türkiye Önceki aylarda başladığı bölgesel onarım süreçlerinin bir devamı olarak mart ayında İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u Ankara’da ağırladı. Antalya’da Diplomasi Forumu, Ukrayna işgali sonrası iki tarafın en üst düzey yöneticileri, Dışişleri Bakanları Lavrov ve Kuleba’yı bir araya getiren platform oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan önce Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’i ardından Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’u ağırladı. Tüm bunlar Türkiye’nin Ukrayna işgali esnasında ortaya koyduğu sağduyulu yaklaşımın ülkemize kazandırdığı güç neticesinde oldu.
Bütün dünya Türkiye’nin artan bölgesel etkisini ilgiyle takip ediyor. Ankara bir yandan hâlihazırda devam eden ve milyonlarca kişiyi doğrudan, milyarlarca kişiyi de dolaylı olarak etkileyen Ukrayna savaşını durdurmak için mekik diplomasisi yaparken, diğer yandan komşularıyla bugüne kadar devam eden gerginliği ortadan kaldırıp küresel ölçekte barışın tesisi için adımlar atıyor. Bu adımlar önemlidir ve Türkiye’nin yaklaşımı doğru algılanmalıdır.
Bölgemizde esen pozitif havanın birilerini rahatsız ettiği, bir gerçek. Bu gerçeği açıklamalarda ve yayınlanan haberlerin satır aralarında okuyabiliyoruz. Genel olarak şöyle bir algı ortaya atılıyor. “Bölgesinde yalnızlığa itilen, soyutlanan Türkiye İhvancı politikalarını terk ederek yeniden eski dostlarına dönme kararı aldı” Bu gerçek mi? Gerçekten Türkiye eski dostlarını terk etmiş miydi ve gerçekten İhvancı politikalara mı yönelmişti? Bu sorulara verilecek cevap tarihsel anlamda önemlidir.
Türkiye 2010’lu yılların başında gelişim ivmesini artıran, IMF’ye olan son borcunu ödeyen, büyük projelere imza atan bir ülke olmuştu. Bu olağanüstü gelişim şüphesiz ki Arap Baharının ilham verici unsurlarından biri haline geldi. Arap Baharı doğası gereği bütün siyasi grupların sahneye çıktığı, Arap halklarının hayatlarında ilk kez demokrasiyi tecrübe edecekleri bir siyaset alanına dönüştü. Bu süreçte İhvan da diğer bütün hareketler gibi demokrasi adına meydanlardaydı. Bu durum bir süre sonra İhvan’ın Mısır gibi ülkelerde iktidara gelmesinin önünün açtı. Türkiye halkların kendilerini ifade edebilmeleri yönünde yaşanan hızlı değişimi alkışlayan ülkeler arasında yer aldı. Bu durum İhvancı olarak değil, ifade ve siyaset özgürlüğü çerçevesinde bir duruş olarak ele alınmalıdır.
Zaman Türkiye’yi haklı hale getirdi. Bugün anti demokratik adımlar nedeniyle bölge ciddi bir istikrarsızlıkla karşı karşıyadır. Bugün söz konusu ülkeler Türkiye ile hareket etmiş olsaydı, Mısır başta olmak üzere çok daha güçlü bir bölgesel yapılanmadan söz edebilirdik. Geçmişte Mısır’ın aklını çelenlerin şimdi Suudi Arabistan yönetiminin Türkiye ile yakınlaşmasının önüne geçmeye çalıştıklarını açıklıkla görüyoruz. Riyad yönetimi bu çevrelerin olumsuz etkilerine kanmamalıdır. Suudi Arabistan bölgesel istikrarsızlaştırma problemlerine karşı da Husi tehditlerine karşı da Türkiye’yi yanında bir dostu olarak görmelidir. Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye birlikteliği her alanda gelişme ve kalkınma demektir.