Modern hayat, teknoloji, markalar, alışveriş merkezleri, kalabalıklar, dört bir yanımızı sarıyor.

Hayatımızı, kalbimizi çalmak istiyorlar…

Bize “siz de sıradanlaşın, makinenin bir parçası olun, artık teslim bayrağını çekin” diyorlar.

İçten, karşılıksız davranışları terk edip kendileri gibi rol yapmamızı bekliyorlar.

Çocuklar adına, mazlumlar adına, yoksullar adına öfkelenmeyi bize çok görüyorlar.

“Artık daha fazla uğraşmayın” demeye getiriyorlar.

Dergileri, kitapları terk etmemizi, hayatı bütün sanallığıyla yaşamamızı istiyorlar.

Bütün bunlar olurken bir grup inanmış adam bir kez daha teslim olmamaya, son kurşunları tükenene kadar savaşmaya karar veriyor.

İnanmış adamlardan biri öne çıkarak, “Arkadaşlar önce hayallerimize tutunmalıyız, hayallerimize sahip çıkmalıyız” diyor.

Bir diğeri ise, “Çağ masumiyetini kaybetti, yeniden masumiyete, annelerimize, köylerimize dönmeliyiz” diye devam ediyor.

Sonra bu inanmış adamlar çağa seslenen bir manifesto yazmaya karar veriyorlar. “Kalbini Kaybetme” uyarısıyla başlayan manifesto, şu şekilde devam ediyor:

Meleklerin ellerini bırakmamalarını istiyorsan namazı, dualarını terk etme… Secdenin özgürlük olduğunu asla unutma.

Bir hayalin, bir rüyan, bir davan, bir derdin olsun.

Devrimci heyecanını, coşkunu asla kaybetme. Yoksulları, ezilmişleri tutkulu bir şekilde sev. Bütün insanlar ezilmişler için her şeyi yapabileceğini çok iyi bilsinler. Gerekirse öfkelen hatta yumruk bile at; ama ezilmişlerin sahipsiz olmadıklarını insanlara öğret…

Hayatın sosyal medyadan ibaret olmadığını, eğer dikkat etmezsen sanal dünyanın seni esir alacağını, kendine köle yapacağını aklından hiç ama hiç çıkarma.

Şiiri, denizi, toprağı, doğayı sev.

Âşıkları, delileri, serdengeçtileri asla terk etme. Bırak bir âşık omzuna yaslanarak sana sevdiğini anlatsın ve beraber gözyaşı dökün.

Çay ocaklarının kafelerden daha vefakâr olduklarını da unutma. Tren garlarında, otobüs terminallerinde tanıştığın hamalları, ayakkabı boyacılarını ciddiye al.

Dengeleri, imajı, renkli görünmeyi boş ver. İçinden geldiği gibi davran.

Fincancı katırları ürküte bildiğin kadar ürküt. Bütün insanlar seni sevsinler diye de uğraşma.

Dostlarını hesabî değil; hasbî adamlardan seç. Hak ettiklerini düşünüyorsan dostların için her şeyi yap; hatta gerekirse gemileri bile yak.

Hayatı dolu dolu yaşa. Gidebildiğin kadar uzaklara git. Uzaklara giderken sırt çantanda mutlaka Kur’an ve haritan olsun.

Özgürlüğünü önemse. Din adına, devlet adına, otoriteler adına kimse Allah’ın sana verdiği özgürlük haklarını elinden alamasın.

Şeyh Sâdî, “Hepiniz kendi günahlarınızın hamalısınız. Başkalarını kusur ve kabahatlerinden dolayı ayıplamayın” diyor. Sen de asla kimsenin hatasını, günahını araştırma. İnsanların gizli hallerini ortalığa saçma. En ayıpladığın şeyi bir gün senin de yapabileceğini ise sakın ihtimal dışı sayma.

Sürekli dengeleri gözetmeyi artık terk et. Hep dengeleri gözeten bir adamın adaleti, erdemi gözetemeyeceğini unutma…

Umudunu hiç kaybetme. Çünkü umudunu kaybettiğin gün, öldüğün gündür.

Köyünü, mahalle mektebindeki hocayı, çocukluk arkadaşlarını hep hatırla… İnsan olmanın biraz da vefakâr olmaktan geçtiğini bil.

Nur yüzlü annen ile fedakâr babanın duasını alamadan meleklere yoldaş olamayacağını sakın aklından çıkarma. Aşk ve şevkle uzaktakilerle ilgilenirken, yakınlarını da ihmal etme.

Sınırlardan, Amerika’dan, İsrail’den nefret et. Ümmete inanmaya devam et.

Yüreğinin bir yerinde Kudüs; diğer yerinde İstanbul, Şam, Bosna, Gazze, İsfahan olsun. Bu şehirlerin isimleri geçtiğinde heyecanlanmıyorsan kalbinden şüphe et.

Herkes ve her şey düştüğünde çocuklara, çocukların masumiyetine sığın. Ebabil kuşlarına, melek ordularına inanmaya devam et.

Unutma! Kalbini kaybetmediğin sürece her şeyi yapabilirsin. Her şeye yeniden başlayabilir, dünyayı değiştirecek ateşin fitilini yakabilirsin. Yeter ki kalbini kaybetme!