Neredeyse her ilimizin bir ‘kurtuluş günü’ var.

Kurtuluştan kasıt, ‘düşman işgalinden kurtulmak.’

‘Kurtulduk’ diye sevinir insan. Bunda bir gariplik yok.

İki rekat namaz kılar, şükreder geçer, işine gücüne bakarsın.

Bunu her yıl yeniden bir kere daha, resmi törenlerle kutlamanın mantığı nedir?

Bu kurtuluşu hatırlatmanın tam olarak faydası ne?

‘Kurtulduk’ diye ‘sevinç naraları da’ atmıyor kimse. Hatta tam olarak kimse kimden kurtulduğunu bile bilmiyor desem yeri.

O gün, işgale direnenler bunun coşkusunu dibine kadar yaşamış olmalılar.

‘Hatırlamamız gereken kurtuluşumuz mu?’

‘Unutmamamız gereken “işgâl” edilmemiz mi?’

Dünyanın bir yerinden, herhangi bir sebeple gelip, vatana ve namusumuza tecavüz edenler mi?

Üstelik hiç girmediğimiz bir savaşın mağlubuyken.

Düpedüz bir mağduriyet yaşanan.

Bize bu mağduriyeti yaşatanlarla görülmüş bir hesap filan yok.

Bize yapılanları ‘Yaşasın, kurtulduk!’ ile unutturmak isteyen bir anlayış var sanki tam aksi. Bir terslik var bu işte.

Bandolar, geçit resmi, yerel yöneticilerin klişe, sıkıcı hamasetteki konuşmaları, yorgun öğrenciler, bezgin öğretmenleri, kapalı yollar, çıldıran halk.

Şimdiler de iyi yine.

***

Zafer ve kurtuluş kutlamaları iyi hissettiriyor olmalı.

Peki ya öncesi?

İşgalcilerin kimliği, işgalcilerin ayıpları ne olacak?

Yanlarına kar mı kalacak?

Meselâ, biz direnişçilerin ahfadı olarak sevindirik kutlamalar yaparken, işgalci İngiliz’in ‘bir turist ahfadı’ İstanbul’un kurtuluş günü kutlamalarına rastgeldiğinde gerzek bir tebessümle faşing izler gibi izleyecek mi?

Bu kutlamadan bir şey anlayabilecek ve bir utanç düşecek mi payına?

Hiç olmazsa Anzaklar kadar insani bir özür dileyecekler mi?

***

Alman Kondor Lejyonları’nın bombardımanı 1936’nın 26 Haziran’ında başlayıp, 3 saat sonra durduğunda sessizliğe gömülen, sivil insanları uyarmak için çalan çan olmamış yalnızca. Bin 500 insan da sonsuz bir sessizliğe gömülmüş Gernika’da.

Sağ kalan, Gernika sakinleri, çocuklar ve kadınlar perişan olmuşlar.

O günlerde ‘Picasso usta’ bir resim yapıyor.

Üzerinde çalıştığı resme Gernika’dan mülhem ‘Guernika’ adını koyarken de duygularını dile getirir.

‘Bununla (üzerinde çalıştığı resmi kastediyor), İspanya’yı bir ölüm ve acı okyanusuna çeviren ırka olan tiksintimi ifade ediyorum.’

Gernika, bir yıl sonra, yine Haziran ayında daha ağır bir vahşet yaşar.

İç savaşla birlikte ‘50 bin kişi ölür, 100 binlerce kişi tutuklanır ve 200 bin insan ülkesini terk etmek’ durumunda kalır.

Gernica’nın kayıpları bugün istatistiki bilgilerden fazlası değil.

Bugün Gernika o acılara çok uzak. Kurtuluş günü kutluyorlar mı bilmiyorum.

O günlerde yapılan zulmü hem zalimine, hem de mazlumuna hâlâ hatırlatan güçlü tek bir şey var.

Bu ne tarihinin tozlu sayfaları, ne de hatıralar. Guernica.

***

Bizse, yedi düvelle çarpışmış, yetmiş cephede direnmiş Osmanlı’ya kötülük yapanlara değil Osmanlı’ya lanet okuyoruz.

İhanetlerin, şehitlerin, yaşanan zulümlerin hesabını yapamıyoruz.

Çanakkale’de, Yemen’de, Trablusgarp’ta, Kafkasya’da, Filistin’deki şehitlerin sayısından, ardımızda kalanların ne yaşadıklarından haberimiz bile yok.

Tarih diye anlatılan yalanlarla, zaferlerle avutuluyoruz. Çanakkale’ye tarihte emsali görülmemiş büyüklükte ordularla dayanmış emperyalistlerin, alçak dayanışmasını anlatacak, onları utandıracak bir eser yerine, neye benzediği belli olmayan, hiçbir şey söylemeyen, bir ‘tak’ı gösteriyoruz çocuklarımıza.

Hiçbiri hiçbir şey anlamıyor.

Yedi düvelin yetmiş cephede yapamadığını, Akif’in diliyle, tek dişli medeniyet yamyamlarının hayat biçimine, kültürüne öykünerek, bize bir dünya dayatanlar ve öykündükleri milletleri, bize fenalıklarını hatırlatacak çabalardan kaçındıklarını anlamak lazım.

Büyük, derin acılarımız, milyonlarca şehitlerimiz ve kayıplarımız var. Hainler, alçaklar, kaybedilmiş koca bir coğrafya, yaşanmış zulümler ve kimliği belli zalimler var.

Bir kişinin, her fikrini ilânihaye tek çare gibi bize dayatan dar kafalı, despotlarımız var.

Bir Guernica’mız bile yok. Anlıyor musunuz?

Pablo Picasso ayarında ‘duyarlı’ bir sanatçımız olamadığı için.